"...
Yoon , beni sevemez misin?"
Ona yalvarmak aklımın bir köşesinde bile yokken onun karşısında gurursuz olmak beni biraz bile incitmemişti.Böyle şeyleri önemseyemeyecek kadar garip bir hayatım ve garip bir kişiliğim vardı.Benim kalelerimin kapısının bile olmadığını söyleyen Min Yoongi,kendisinin o kale duvarlarının çoktan içinde benimle birlikte olduğunu göremiyordu.O farkına varmamış olsa da ben onu içeri almıştım ve artık bize ulaşamayacakları bir yere gizlenmek istiyordum.
Hiç yaşayamadan yok olmak istemiyordum,ona her zaman özlemle bakan ve sonunda avcunda koca bir hiçle ağlayan olmak istemiyordum.Bana baktı,ona muhtaçlığımı görebilecek kadar uzun süre bana baktı.Sonunda uzun süre gözünü kırpmadığından mı bilmem gözlerinin yaşardığını ve ıslak ıslak parladığını gördüm.Dünyanın en zor şeyi belki de birisinin gözlerine böyle uzun uzun bakmaktı.Başını hafifçe yana yatırdı ve soluklarımızın birbirine karışmasına aldırmadan öylece durdu.Sadece durdu.Dururken bile bana öyle çok şey anlatıyor,hissettiriyordu ki onun bana aşık olması ne kadar zorsa benim de onu bırakmam o kadar zordu.
"Yapamıyorum. "
Bunu söylerken dudaklarının acıyla kıvrıldığını gördüm.Binlerce gülümsemenin içinden en sevmediğim buydu sanırım.Kafamda açtığım yoonginin gülüşleri sergisinde,bu gülüş önüne çöküp dizlerime sarılıp ağlayacağım gülüştü.Dünyadaki herhangi bir şey için ona "yapamıyorum" dedirtmek imkansızken,beni sevmeyi beceremediğini kabul edecek kadar çaresiz kalmıştı.Onu öpmek üzereyken,bir anda bu duyguya nasıl geçmişti bilmiyordum.Ama elini uzatıp başımı ensemden kavradığında kalbimin depar atarak beni neredeyse zangır zangır titretecek olmasıyla gerildim.Parmaklarının serinliğin boynuma temas ettiğinde bedenimin de ona en az benim kadar aşık ve muhtaç olduğunu hissettim.
Beni öpmeyeceğini biliyordum.Öpmedi de.
Başını hafifçe kaldırıp,masalsı bakışmamızı böldü ve başımı göğsüne doğru çekti.Diğer eliyle arkamdaki kapıyı yavaşça örtüp beni kolumdan tutup göğsünde bastırmaya devam etti.Çenesinin başımın tepesine yaslanışını hissettiğimde olabildiğince tadını çıkarmam gerektiğini biliyordum.
Bir daha ona böyle yalvaracak kadar yüzsüz bulamayabilirdim kendimi,ya da o yakarışıma cevap verecek halde olmayabilirdi.Dünya değişkendi,ama keşke biz hiç değişmeyip sonsuza dek böyle kalabilseydik.Benim zorlamamın etkisiyle değil de,kendi dayanamadığı için bana sarılmıştı.Hissediyordum.Belki de bu bizim hüzünlü aşkımızın ilk gözyaşı dolu anıydı.
Sesinin derinden gelişi ve kollarının arasında olmak kalbimi eritiyordu."Seni bastırdığım yerde başka birinin adı çarparken...* kalbinin atışlarını duyuyordum,o da benim başıma çarpan kalp atışlarının yansımasını hissediyor olmalıydı* seni sevmeyi istesem bile yapamam. Gülerken ellerinin tersini burnuna kapatmanı sevebilirim,bana yoon diye seslenmeni sevebilirim, canın yandığında lolipoplarına sarılmanı bile sevebilirim ama , istediğin aşkı sana veremem ufaklık. İçimde başkasıyla sana gelip seni ağlatamam."
"İçinde başkası olduğundan bana gelmiyor oluşun daha mı kolay olacak? Ya ben seninle kalıp ağlamaya çoktan razıysam ne yapacaksın?"
Başımı geri çekip yüzüne baktığımda benden uzaklaşmak için hareketlendi,boynumdaki elini çekmemesi için bileğinin üzerine elimi koyup durdurdum.Ona dokunmak bana fiziksel bir haz vermekten çok,yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu.Sanki bütün hayatım ona sarılmak ona dokunmaktan ibaret olsun istiyormuşum gibi mutlu oluyordum.Ama coşkulu koşup oynayan bir mutluluk değil,sessiz sakin ama kuvvetli bir his içimi sarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Morn ☁ myg
FanfictionMavinin soğuğu temsil ettiği bu yalancı dünyada,mavi ateşin en sıcak ateş olduğundan bihaberdim. 'Madrugada' "Hm?" 'Şafak sökmeden önceki an,gece mi gündüz mü anlaşılmayan o an,portekizcede madrugada demek' Gü...