42. Bölüm

5.2K 516 110
                                    

Burak, Rumelihisarı sırtlarında yeni aldığı müthiş Boğaz manzaralı ev için çalışmalara çoktan başlamıştı. Evin teknik tadilatı bittiğinde iç dizayn kısmına geçilecekti. Fakat bu aşamaya Ebrusuz geçmek istemiyordu. Bu yüzden onu, ilk anda dışarıdan baktığında ne olduğunu anlamadığı bir iç mimarlık bürosuna getirmişti. Araba büronun önünde durduğunda "Burası neresi? Niye geldik?" diye sormuştu. Burak içeri girene kadar ona gülümsemiş, bir şey dememişti. İçeri girdiklerinde anlamıştı ancak Ebru.

Evi baştan sonra Ebru'nun zevkine göre yapmak istiyordu. Levent'teki evi görmüştü. Çağatay her köşesinde Ebru'nun çok emeği olduğunu söylemişti. Bu yüzden ona sonuna kadar güveniyordu. Ebru tasarım ve tarz işlerinden çok iyi anlıyordu. İşini sevmesi bunun en büyük kanıtıydı aslında. Çocuklarının zevkini de sonuçta o biliyordu. O yüzden onların odalarını, onların istedikleri şekilde yapmaları için Ebru'nun talimat vermesini istemişti hep.

Ebru şaşkınlığını üzerinden zor atsa da iç mimarın da yardımıyla onunla fikir alışverişi yapabilmeyi başarmıştı bir süre sonra. Hafta içi beraber eve de gideceklerdi. O zaman daha detaylı yapılacaktı bu çalışmalar. Şimdilik kısa bir ön görüşme yapılmıştı.

Burak dün Kapalıçarşı'ya gitmişti Ebru'yla kahvaltı ettikten sonra. Son bir haftada yaşananlar kafasında planladığı tüm akışı bir anda değiştirmesine neden olmuştu. Kahvaltıda Ebru'yla karşı karşıya otururken, Ebru sadece bu hafta bir müşterisiyle yaşadığı basit ve komik bir olaydan bahsederken resmen kafasına dank etmişti Burak'ın. İçinden 'Buradan çıkınca gidip bir yüzük alacağım' demişti. Dediğini yapmıştı da. Çok eski zamanlardan beri gittiği kuyumcuya gitmiş, bin bir şükranla karşılanmıştı yaşlı adam tarafından. Uzun zamandır sadece Neslişah'a, Zühre'ye, annesine ve diğer yakın kadın arkadaşlarına takı seti tarzı hediyeler aldığı adamdan; nişan yüzüklerini göstermesini istemişti kendisine ilk kez. Yaşlı adam talebini duyduğunda hayretle bakmıştı Burak'a.

Ebru'ya bir an için bile aile yadigârı bir şey vermeyi düşünmemişti. Ebru'nun bundan onur duyacağını ve kabul edeceğini biliyordu ama onun için alınmış bir yüzük kadar değerli hissetmeyeceğinden adı gibi emindi. Zaten işin içine kendi ailesinin adının karıştığı bir şeyi Ebru'ya vermeyi Burak da istemiyordu.

Keyifle Türk kahvesini içerken, heyecanla önünde duran özel tasarım tektaşları tek tek incelemişti. Yaşlı adam önce her zaman Burak'a sattığı gibi gösterişli şeylerle gelmişti onun karşısına. Fakat Burak doğru olanların onlar olmadığını bildiğinden, aradığı şeyi tıpkı Ebru'nun kendi giyim tarzını tarif ettiği gibi tarif etmişti. "Sade, düz ama oldukça şık."

Bir tane yüzük resmen çarpılmasına neden olmuş, ona tamamen Ebru'yu hatırlatmıştı. İki buçuk karatlık yuvarlak kesim ­pırlantanın kenarlarında iki ufak konik pırlanta daha bulunuyordu. Abartı derecede büyük değildi. Ebru'nun büyük bir şey istemeyeceğini adı gibi biliyordu. Taşın berraklığı ve rengi de mükemmeldi. Duruluğu birebir Ebru'yu simgeliyordu sanki. En az onun kadar temiz ve beyaz bir taştı.

Yüzüğü alırken adam ona alyanslara bakıp bakmak istemediğini de sormuştu. Burak onu yüzüğü vereceği kadınla seçmeye geleceğini söylemişti ve "Tabii kadın yüzüğü kabul ederse," diye eklemişti gülerek. Yaşlı adam da kendinden emin bir şekilde "Kabul etmemesi için hiçbir sebebi yok. Adam doğru, yüzük doğru, hele bir de aşk doğruysa..." demişti. Bu kez Burak gülmüştü.

Aşk doğruydu. Hem de Burak'ın hayatı boyunca başına gelen en doğru şeyler listesinde ilk üçe girecek kadar doğruydu.

Şimdi ceketinin iç cebinde sade yüzüğü ve sade kırmızı kutusuyla Ebru'nun yanında araba kullanırken ilk kez evlenme teklifi edecek bir delikanlı gibi heyecanlıydı. Mimarlık bürosundan çıktıktan sonra arabayı öylece boğaz kenarına sürmeye başlamıştı.

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin