Düğünden on gün sonra, herkes bir yerlere dağılıp gitmişti. Harun ve Sıla düğünün ertesi günü Orhan Beylerle beraber Salih Bey'e gidip el öpmüşlerdi. Sıla'nın olmasını beklemediği kadar kolay bir affedilme olmuştu. Babasının gözlerinde çok şaşırtan bir pişmanlık ve hüzün yakalamıştı Sıla. Ve sanki bu pişmanlığı Sıla'nın mutluluğunu ve huzurunu görünce daha da perçinlenmişti.
Uzun uzun konuşmuş, tüm pişmanlıklarını dile getirmişti Salih Bey. Sıla'nın üzüldüğünü hep görmüş ama susmuştu işte. Babaların birçoğu gibi...
Sıla hiçbir şey hissedememişti. Nasıl evden kaçarken babasına karşı olan bakışı değişmediyse, şimdi de değişmemişti. Onun derdi abileriyleydi. Neyse ki babası bunun da farkına varmıştı. Suat'ın yaptıklarını Harun'un bildiğini bildiğinden, ona tek tek anlattırmıştı her şeyi. Harun her ne kadar utansa, sıkılsa, anlatırken kıvransa da, Sıla'nın huzuru için Suat'ın nelere bulaştığını tüm detaylarıyla ortaya dökmüştü.
O günah çıkarma gününden sonra Harun birkaç konsere çalışmaya gitmişti. Sonra Isırgan'ın Bodrum'da bir konseri olması durumu ortaya çıkınca, hemen ikinci bir balayı yaratmıştı Harun.
Harun'un yaz konserinden konserine koştuğu o kısa arada, Sıla da kimselere haber vermeden, Elmas Medya'da açılan dört aylık staj programı için iş görüşmesine gitmişti. Ne Bahar'a bir şey demişti, ne de bir başkasına. Sessiz sedasız iş görüşmesine gelmiş, Ekinlere bile görünmeden gitmişti. Olursa program ağustosta başlayacaktı. Başarılı olanlar, kendi istedikleri departmanı seçerek Elmas Medya bünyesinde devam etme hakkına sahip olacaktı. Sıla olmasını istiyordu. Hatta staj programına kabul edilirse, bir şansı olmasını ve kimsenin nerede staja gittiğini bilmemesini de diliyordu. Torpil ihtimalini bir türlü kendine yakıştıramıyordu çünkü. Biliyordu ki, duyarlarsa yaparlardı.
Tüm bunlar yaşanırken Ebru ve Burak, Amerika'da günlerini gün ediyorlardı. İki günde bir bulundukları şehri değiştiriyorlardı. Burak da, Ebru da yıllardır yapamadıkları tatili yapıyorlardı. İkisi de bunca sene o kadar çok çalışmışlardı ki, bu balayı ikisine de hak ettikleri tatili hatırlatmıştı.
Bahar ve Kerem'se İstanbul'a tıkılı kalmıştı. Bahar yeni işinin yaz başı yoğunluğuyla cebelleşirken, Kerem de biraz işi yüzünden boğulmuştu. Ama yine de arkadaşları etrafta olamasa da, akşamlarını birbirlerine ayırabilmeleri onlara yetiyordu.
Ekinler Kuzey Ege turundalardı. Ekin yine çalışmaya devam ediyordu. Gündüzleri güneşin ve denizin tadını çıkarsa da, akşamları sürekli okuyordu. Ekin Bir de ya okuyor, ya yazıyordu.
Aslında Ekin Bir babasına gitmek istiyordu. Ekin yanındayken ona gidip özür dilemek istiyordu. Özrünün durumu düzeltmeyeceğini biliyordu ama en azından bunu ona borçluydu. Babasını çok özlüyordu. Sonuçta babası ailesinden geriye kalan tek kişiydi. Ne bir aile büyüğü vardı ne kardeşi ne de annesi...
Cesaretini topladığında gidecekti. Tabii her şeyden önce, tüm gerçekleri, tüm berraklığıyla Ekin'e anlatması gerekiyordu.
***
Çağatay adliyeden çıkıp arabasına doğru giderken, yere yumurta kırsa pişeceğinden adı gibi emindi. Öyle boğucu bir sıcak vardı. Arkadaşlarının büyük bir çoğunluğu kızgın kumlardan serin sulara kendini salarken, Çağatay ancak kızgın mahkeme salonlarından, serin taş döşeli adliye koridorlarına çıkabiliyordu. Kerem de, o da acayip yoğunlardı. Normalde yazın üç ay tatili basan babası bile bu yaz ilk defa temmuz ayını İstanbul'da karşılamıştı.
Arabasına biner binmez çalıştırıp klimayı açtı. Bugün başka resmi işi olmadığı için cübbesini, kravatını ve ceketini üstünden sökercesine çıkardı. Yola çıkmadan evvel telefonunu kontrol etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ
RomanceKerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, mükemmel bir arkadaş. Çağatay: Keza iyi bir avukat, esrarengiz sempatik, mükemmel bir arkadaş. Ebru: Süper anne, daimi bekar, mükemmel bir ar...