Arkadaşından aldığı tütünü özenle sigara kâğıdına sararken masada dönen konuşmayı dinliyordu ama pek katılmıyordu. Bugün sessizliği tutmuştu. Hafta sonu Gaye'yle uzak kalmanın acısını çıkarıp tüm haftayı beraber geçirmişlerdi. Şimdi çoğu Gaye'nin arkadaşlarından oluşan bir tayfayla beraber, Harun'un pek de sık takılmadığı bir kafedelerdi. Kafenin evine yakın olması, içinde her an oradan kalkabilme lüksüne erişip, evine koşma isteği uyandırıyordu. Zaman zaman konuşmalar o derece sıkıcı olabiliyordu.
Sigarayı yakıp arkasına yaslandıktan sonra dikkatini daha iyi masaya verebildi. Yine de sadece konuşmaları dinlemeye devam etti. Masada bir çocuk vardı ve Murat Güler'den daha tahammül edilemez bir adamdı. Siyasetten ve devlet işlerinden gram anlamayıp İç İşleri Bakanı olmuş gibi dünya politikası hakkında yorum yapan, sorsan Trabzon'un yerini haritada gösteremeyecek kadar cahil olup genel kültür diye magazin konuşan, baba parasıyla bile üniversiteyi zor bitirmiş, İstanbul'u Şişli ilçesinden ibaret sanan ot beyinli züppelere cidden hiç dayanamıyordu. Murat bunların yanında melek kalıyordu. Harun onun iç yüzünü görse de, Murat en azından bazı insanlara sempatik geliyordu. Karşısında oturan Mete gibi tipler ise kime sempatik geliyordu, bilmiyordu. Sahiden kızlar bu tip adamlarda ne buluyorlardı?
'Çok çok büyük bi s*ki olması lazım, başka hiçbir mantıklı açıklaması yok' dedi içindeki ses Harun'a. Sigarası ve önündeki birası bittiği an kalkıp gitme sözü verdi kendisine. Burada beş dakika daha kalıp Başak Dizer ve Kıvanç Tatlıtuğ dinlerse ağlayacaktı.
Sigarasını küllüğe bastırır bastırmaz ısınmaya yüz tutmuş birasını fondip yaparak "Bana müsaade millet," dedi. Ayaklanırken Gaye de onunla birlikte kalktı. Herkesle üstünkörü vedalaşıp, ardından Gaye'yi öperken "Sen kal çocuklarla. Ben gidip dinleneceğim zaten, yarın tüm gün stüdyoda olacağım ve yorulacağım, haberleşiriz seninle," dedi.
"Ben de gelseydim seninle? Beraber dinlenirdik?" diye sordu Gaye sessizce. Harun sadece onun duyacağı şekilde güldü. "Eğer sen gelirsen, sen dinlenirsin, ben yorulurum."
Gaye Harun'un deri ceketinin yakalarını düzeltirken "Sen bilirsin, bir şeyler yapabilirdim..." diye geveledi. Harun son kez onun dudaklarına acele bir öpücük bıraktıktan sonra kasaya yönelip ödemeyi yaptı. Ardından hızlı adımlarla yokuşa yönelip Harbiye'deki evinin yolunu tutturdu.
Tam öğle saatleri sonrası olduğu için yollar sakindi. İş yerlerinden gelen o öğle kalabalığı dağılmış, kaldırımlar rahat yürünebilir bir hal almıştı. Maçka Parkı tarafına doğru köşeyi dönüp biraz ilerlemişti ki, karşısında gördüğü manzara istemsizce olduğu yerde durmasına neden oldu. Parkın giriş kapılarından birinin önünde iki kız tuhaf şekilde itişip kakışıp duruyordu. Biri birini çekiştiriyor, öbürü gitmemek için direniyordu. Sonra 360 derece dönüyorlar, olay da tersine dönüyordu. Biri kalmak için diğerini çekiştiriyordu.
Bu komik ama kendisiyle alakası olmayan hadiseyi durup uzun saniyelerdir izlemesinin nedeniyse kızlarından birinin Sıla'nın ta kendisi olmasıydı.
Sıla'dan ziyade öbür kız daha komik hareketler sergiliyordu fakat Harun sadece Sıla'ya bakarak sessizce kıkırdıyordu. Bu işin sonunun nereye varacağını acayip merak ediyordu.
Bir iki dakikalık tartışmanın sonunda diğer kız kolunu Sıla'dan kurtararak "Sen kalırsan kal! Ben gidiyorum!" diye bağırarak hızlı adımlarla Osmanbey'e tırmanmaya başladı. Sıla kızın arkasından "Ya Çağla saçmalama! Gel buraya! Ya of ya!" diye sitem etti. Ayağını hızla yere vurarak kollarını göğsünde kavuşturdu. Çağla'dan öte tarafa dönüp oraya doğru somurtmak için vücudunun açısını değiştirince yolun karşısında, sokağın başında kendisini izlemekte olan Harun'u gördü. Gözleri hızla kocaman açıldı. Sonra yavaş yavaş sinirle kısılmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ
Storie d'amoreKerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, mükemmel bir arkadaş. Çağatay: Keza iyi bir avukat, esrarengiz sempatik, mükemmel bir arkadaş. Ebru: Süper anne, daimi bekar, mükemmel bir ar...