26. Bölüm

5.3K 512 166
                                    

"Sen geç içeri, iki dakika bekle beni. Ben duş alıp geliyorum hemen."

"Ya oğlum zaten basket oynamaya gidiyoruz, ne duşu?"

"Olsun. İlk defa tanışacağım insanlar bunlar. Leş gibiyim. Beş dakika sürmez hem, geç içeri işte."

Harun Kerem'i zorla salona ittikten sonra kapıyı kapatıp merdivenlerden yukarı çıktı. Kerem oflaya puflaya salona girdiğinde Bahar'ı üçlü kanepede ayaklarını uzatmış otururken bulunca olduğu yerde durdu.

Hastanede yaşanan bazı tuhaf olaylar silsilesinden sonra neredeyse on-on beş gün geçmişti. O günden beri Bahar'la aynı ortamda yalnız kalmışlığı olmamıştı. Doğru dürüst iletişim de kurmamışlardı. Bu tanışıklık tarihlerinde bir ilkti. Daha önce hiç bu kadar uzun süre iletişim sıkıntısı yaşadıkları olmamıştı. Şimdi de ne yapacağını bilemiyordu Kerem. Salonun ortasında durmuş, öylece Bahar'la birbirlerine bakıyorlardı.

Bir de açıklama yapması gereken taraf kendisiydi. Çünkü onu ilk öpen kendisiydi. Gerçi Bahar da hiç aksi bir tepki vermemiş, üstüne bir de yalayıp yutmuştu. Harun gelmese daha da devam ederlerdi muhtemelen.

"Selam," diye mırıldandı ne diyeceğini bilemeyerek. Bahar'a doğru birkaç adım atıp kolçağın ucuna otururken, işaret parmağıyla alnını gösterdi. "Başın nasıl oldu?"

Bahar yanaklarının yandığını hissederek elindeki dergiyi kenara bıraktı. Kerem'le iki saniyeden fazla göz teması kuramıyordu. İyice afakanlar basıyordu çünkü.

"İyi... iyiyim. Dikişler de gittikten sonra iyice rahatladım."

"Güzel... sevindim." Kerem başını sallayarak kafasını sessizce oynayan televizyondan tarafa çevirdi. Bahar da gözlerini ilk önce kucağına indirip sonra televizyona çevirdi. İkisi de boş boş televizyona bakmaya başladılar.

Aradan geçen sessiz iki dakikanın sonunda Kerem, kafasının içinde çıkan düşünce kasırgasını önleyememesi nedeniyle Bahar'a dönüp pozisyon değiştirerek "Bak Bahar. O gün olanlar—" diyerek lafa başladı fakat sözleri Bahar tarafından kesildi.

"Biliyorum, çok ağlaktım ve beni susturmanın başka yolu yoktu. Mızmız bir kız çocuğu gibi saçma sapan şeyler yüzünden söylendiğimi biliyorum. Seni de kendimle beraber üzdüm yok yere. O akşam zor bir akşamdı benim için. Üstesinden gelmeme yardım ettiğin için gerçekten çok teşekkür ederim. Sen olmasaydın şu an muhtemelen bir psikoloğa gitmeye falan ihtiyaç duyuyor olacaktım... Tabii hala duyuyorum ama en azından o akşamki kadar umutsuz ve kötü değilim."

Kerem bir şeyler demek için ağzını araladı fakat dudaklarından hiçbir ses çıkmadı. Vücudunu dikleştirip ciddiyetle geri çekildi. Alt dudağını kemirerek düştüğü işin içinden sıyrılmanın bir yolunu düşünmeye başladı. Bir kez daha bir balık misali ağzını açıp kapadıktan sonra Bahar ona acıyarak "Bir şey demene gerek yok. Gerçekten. Sırf ben Poyraz'dan kazık yedim diye sen de hayatını karartma. Aslı çok tatlı bir kıza benziyor. Merak etme ona olanları çaktıracak değilim. Zaten olan biten bir şey bile yok. Bizimkilere de bir şey demedim. Senin de demediğini düşünüyorum?"

Kerem bir eli havada kalırken "Yok, demedim," dedi. Eli pes eder gibi kucağına düştü.

Olan biten bir şey yok muydu? Gerçekten böyle mi düşünüyordu?

Yanaklarını havayla doldurup şişirdi ve akabinde ağzındaki tüm havayı puflayarak verdi. Asabileşmesine engel olamayarak ayağa kalkıp "Ben bi mutfağa gidiyorum. Bir şey lazım mı?" diye sordu. Bahar başını hayır anlamında iki yana salladı.

Mutfağa girer girmez granit tezgaha avucunun içiyle vurarak dudaklarının arasından kaçmasına mani olamadığı bir küfür etti sessizce. Ellerini tezgâha dayayıp derin bir nefes verdi. İşte bu kadardı! Konu kapanmıştı ve dağılmıştı. Yine kafasındakileri söylemeye yetecek cesareti toplayamamış, pes edip susmuştu. Kendisine olan güvenini tamamen kaybetmek üzereydi. Keşkelerle, acabalarla hayatını geçirmek zorunda kalacağına inanmaya başlamıştı.

GÜZEL GÜNLER KULÜBÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin