Gece saatleri olduğu için soğuk çok keskin ve yakıcıydı. İnce ama yoğun bir kar yağıyordu. Saçının bozulmaması için bere takmadığına çok pişmandı. Kalın kabanının da şapkası yoktu. Bütün karlar sarı saçlarına düşüyordu.
Burak telefonu kulağından çekip ceketinin iç cebine koyduktan sonra ısınmak adına ufak ufak adımlar atan Ebru'nun yanına geldi. Aradan yirmi dakika geçmişti ama hala onun şaşkınlığına gülüyordu. Ebru Burak'ın himayesine girdiği an, onunla öyle samimi bir halde çocuklarına yakalanmamak için Burak'ı tuttuğu gibi kulüpten dışarı çıkarmıştı.
Konuşmayı başarabildiği ilk an nereden çıktığını sormuştu ona. Burak da Ebru'nun onda ilk kez gördüğü bir tavırla omuz silkmiş, afacan bir genç adam gibi "Emir buraya sık sık arkadaşlarıyla tatile geldiğini söylememiş miydi size?" diye sormuştu. Ebru sinsice Burak'ı incelemişti. Resmen alay ediyordu kendisiyle. En baştan beri buraya gelmeyi planlamıştı da şimdi resmen ayak yapıyordu. Rol yapmayı hiç beceremiyordu adam. Muzip adam tavırları o kadar tuhaf duruyordu ki üstünde...
Gidip çocuklara dikkatli olmalarını tembihledikten sonra eve döneceğini söylemişti. Onları birbirlerine emanet etmiş ve çok geç kalmamaları gerektiğini hatırlatmıştı.
Şimdi Burak'la dışarıda dururken duruma yeni yeni alışıyordu. "Üşüyorsun," dedi Burak. "Burada durmayalım. Ya otele girelim ya da başka bir yere gidelim."
Ebru kafasını iki yana salladı. Aslında üşümüyordu. Sadece huzursuzdu. Beklemediği ani bir durumla karşılaştığı için kafası karışıktı. Tabii bir beresi olsaydı iyi olurdu.
"Hala buraya gelmiş olduğuna inanamıyorum," derken sözlerinde samimiydi. Burak alt dudağını dişleyip gözlerini seksi bir biçimde kısarak ela gözlerini Ebru'nun mavilerine sabitledi.
"Kıskanan bir adam her şeyi yapabilirmiş. Bunu da senin sayende öğrenmiş oldum."
Ebru hayretle bir adım geriledi. İçinden taşan şaşkınlığını yüzüne tamamıyla yansıtıyordu. "Gerçekten abartmışsın Burak. Bu kadar kıskanacak ne vardı?"
"Ben kadınlar kıskanılmayı sever sanıyordum... Ayrıca sen kıskanınca oluyor da ben kıskanınca mı olmuyor?"
Ebru siniri bozularak güldü. "Ben senin peşinden dağlar yollar kat etmiyorum ama," dedi gülerek. Ardından bilmiş bir şekilde devam etti. "Ben kıskançlığımı kendi içimde yaşıyorum."
Burak onun hal ve tavırlarına güldü bu sefer de. Daha fazla dayanamayarak tek bir adımda Ebru'nun önüne gelip kollarının arasında çekti onun narin bedenini. Saçlarından koklayarak öptü. "İşte bugün bu kokudan bahsediyordum. Başımı döndüren, beynime giden yolların hepsini kapatan, nefesimi kesen..."
Ebru mutlulukla iç geçirerek, Burak'ın belinden sırtına doğru doladığı kollarını daha da sıktı. Başını biraz kaldırarak o da Burak'ın boynundan yayılan, ferahlatıcı erkeksi parfümün kokusunu soludu. Sonra tam da o kokunun kaynağına, Burak'ın şah damarının attığı yere yumuşacık bir öpücük bıraktı. Burak'ın dudakları arasından hırlar gibi tarazlı bir nefes döküldü.
"En çok özlem... beni buraya getiren." Kafasını biraz geri çekip kısa bir anlığına Ebru'nun gözlerinin içine baktı. Bakışları dudaklarına kaydı ve ardından yavaşça eğilip, özlemden deliren dudaklarını onunkilerle buluşturdu. Sımsıkı sardığı elleriyle yavaşça Ebru'nun omuzunu ve belini okşadı.
Ne kadar süre olduğunu bilmedikleri bir zaman kadar yağan karın altında öpüştüler. Ebru'nun içi olabileceğinden de fazla ısınmıştı. Geri çekilip gözlerini zar zor araladığında Burak'ın işaret parmağı narin bir şekilde kaşının üzerinde geziniyor, yüzünün muhtelif yerlerini okşuyordu. Dolu dolu bakıyordu. Gözlerinin içinden taşan binlerce duygunun emaresini görebiliyordu Ebru.
Burak'sa Ebru'nun aşk sarhoşu bakışlarının altına gizlenmiş çekinceyi görebiliyordu. Ailesiyle yaşanan geceyi anlattığından beri o çekince, Ebru'nun sesinden de hissediliyordu. Onun bu durumdan kaynaklanan tüm korkularını bir hareketle silebilmeyi çok istiyordu. Çünkü Burak bunun yersiz olduğunu biliyordu. Bu saatten sonra karşısında dağ bile duramazdı. Bugüne kadar belki hep garip bir baskının altındaydı fakat kendi inandıklarından şaşmadan yaşamıştı. Bu yaşından sonra bu kanun değişmeyecekti. Bu yüzden bu korkular gereksizdi.
"Neden o güzel mavi gözlerin böyle buğulu?" diye sordu parmağının tersini Ebru'nun yanağında gezdirmeye devam ederken. Ebru gözlerini birkaç saniyeliğine sıkıca kapatıp açtı.
"Bilmiyorum. Huzursuzum biraz."
"Bence biliyorsun," dedi Burak. Bu sefer elinin tüm parmaklarını Ebru'nun saçlarının arasından geçirdi. Tarar gibi sevmeye başladı parmaklarının arasındaki telleri.
"Buraya gelirken hep düşündüm. Uçakta, trende. Yalnız kaldığım an geleceğin senaryoları kafama üşüşüyor. Bir sürü fikir kafamın içinde dönüp duruyor... Galiba bir metresin neler hissedebileceği gerçeği son anda kafama dank etmeye başladı."
Burak aniden kaskatı kesilerek ufak bir adım geriledi. Bir anda bakışlarında fırtınalar esmeye başladı. Yüzü ciddileşti. "Bir daha asla o kelimeyi kullanma Ebru. Asla!" dedi kati bir şekilde. Eğer Ebru onu tanımıyor olsa, bu sesin tonundan ve yüksekliğinden korkacağına emindi.
Fakat Ebru etkilenmemiş bir halde gerileyerek kollarını göğsünün altında kavuşturdu. Hala üzgün ve huzursuzdu ifadesi. Şu zamana kadar o kelimeyi düşünmeyi dahi aklına getirmemişti. Ama artık düşünmeye başlaması gerekiyordu. Çünkü Burak'ın ailesi tam olarak o yakıştırmayı yapacaktı kendisine. Ebru'nun onca zaman aklına getirmediği kişiliği ona uygun göreceklerdi.
"Ben zaten öyle olduğumu söylemedim. Onların neler hissedebileceğini anladığımı söyledim. Altı gün sonra bekâr bir adam olacaksın. Benim kaybettiğim bir şey yok."
Burak sinirli halinden bir şey kaybetmemiş bir halde ceketinin iç cebinden bir sigara tablası çıkardı. İnce uzun kahverengi bir sigarayı dudaklarının arasına yerleştirirken Ebru "Bir tane de ben alabilir miyim?" diye sordu. Burak kaş altından Ebru'ya gergin bir bakış attı. Tablayı ona doğru uzattı.
Tablayı kaldırdıktan sonra kaliteli gümüşi çakmağıyla ilk Ebru'nun sigarasını, sonra kendisininkini yaktı. Ebru ilk dumanını üfledikten sonra konuşmaya devam etti. "Annenin ve babanın benim hakkımda öyle düşüneceğini biliyorsun, değil mi? Belki benim fikirlerime emir vermeyi başarabileceksin ama onları ne yapacaksın? Onların inandığı Ebru Demiral profilini düşüncelerinden söküp alamazsın. Onlar bana, biz onları aksine inandırana kadar oğullarını ayartıp karısından ayrılmasına neden olmuş olan kadın olarak bakacaklar.
Burak hırsla volta atmaya başlayarak Ebru'dan biraz uzaklaştı. Kürenmiş karların üzerine yağan taze karların üstünde sinirli adımlarla gezindi.
"Ve bu sadece işin bir kısmı. Sana şu an fakir kız zengin oğlan edebiyatı yapıyor gibi görünmek istemiyorum ama sadece hazırlıklı olmamız gerektiğine kendimi alıştırmaya çalışıyorum. Ve senin de alışmanı sağlamaya çalışıyorum. Aslında fakir kız edebiyatı yapacak bir şey de yok. Benim ailemden bir utancım yok. Amcam Türkiye'nin en iyi avukatlarından birisi, her ne kadar aramız iyi olmasa da babam iyi bir ticaret adamı. Kötü bir aileden gelmiyorum. Ama artılarla eksileri bir teraziye koyduğumda, sanki eksiler daha baskın geliyor. Boşanmış olmak, iki çocuk sahibi olmak, üniversite bile okuyamamış olmak, bir mağazada çalışmak..."
Burak öfkeli bir şekilde dönüp, gözlerinden ateşler saçarak Ebru'nun önüne kadar geldi. "Ebru süs artık lütfen. Söylediklerin bana o kadar saçma geliyor ki sana anlatamam. Sen boşandıysan ben de boşandım. Benim de bir çocuğum var. Bu yaştan sonra ilk evliliklerini yapanlar gibi şartlarımız olmasını bekleyemez kimse! Eğer ki ailem bu konuda biraz canımı sıkacak olursa, senin gibi kendi aileme resti çekmem çok zor olmaz Ebru. Bugüne kadar onlar sayesinde var olmadım ben. Bundan sonra hiç ihtiyacım olmaz. Hele bi seni üzsünler, sana bi laf söz etsinler... Böyle bir şey söz konusu bile değil."
Ebru bir şey diyemeyip, olduğu yerde büzülerek kaldı. Zaman gösterecekti ne olup biteceğini. Kendi şartlarının Burak'la aynı olmadığını çok iyi bildiği için, onun ailesini reddedebilme gibi bir lüksünün olmayacağını da biliyordu. Maddi anlamda tabii ki de kaybedecek bir şeyi yoktu. Ama maneviyat Elmaskaya ailesi gibi aileler için çok değerliydi. Aile içi küslükler bugüne kadar hiç olmamıştı bu tip ailelerde.
Burak kendini sakin olmaya zorladı. Her zamanki kontrollü kimliğine geri dönmesi gerekiyordu. Bunlar o yersiz korkuların esintileriydi. Bunları yok edecekti. Mutlaka edecekti.
"Ebru bana bak," diyerek onun çenesinden tutarak kendisine bakmasını sağladı. Ebru solgun mavi bakışlarını Burak'a kaldırdı. Bilinçsizce alt dudağını kemirip dururken Burak'ın gözleri o dudaklara kayıp duruyordu.
"Düşünme bunları. Düşünmemek için elinden geleni, hatta daha fazlasını yap. Sen benim her şeyimsin. Bunu sakın unutma. Basit sıfatları kendi adından önce ya da sonra kullanma. Sakın!"
Ebru isteksizce tamam anlamında kafasını salladı. Burak eğilip bir kez daha Ebru'nun dudaklarını esir aldı. İçinden taşan tutkuyla kana kana öptü onu. Ebru onun her şeyiydi. Sadece her şeyiydi. İyi ya da kötü başka hiçbir sıfata ihtiyacı yoktu. Sevgili, âşık, eş...
Sarmaş dolaş bir halde Ebru'ya adını bile unutturmaya yemin etmiş gibi öpüşürlerken ikisi de nerede olduklarının farkında değilmiş gibilerdi. Sarmaşıklar gibi birbirlerine kenetlenmişlerdi. Burak kesinlikle bu gece Ebru'nun o adamın çatısının altında kalmasını istemiyordu.
Bu düşüncenin beynini bulandırması yüzünden Ebru'nun alt dudağını hırsla ısırdı. Fakat bu Ebru'nun içindeki ateşi körüklemekten başka bir işe yaramadı. Burak'ın ensesindeki saçlara asılarak cüretkâr bir şekilde dilini de kullanarak onu öpmeye devam ettiği esnada kendi adının seslenildiğini duydu. İlk seslenmedeki cılızlık yüzünden durumu algılayamasa da ikinci seslenme daha sert ve sorgular tonda olunca panikle geri çekilip sesin geldiği yöne baktı. İki metre ötede duran Fuat, şok içinde öpüşmekten dudakları kıpkırmızı olmuş olan ikiliye bakıyordu.
Ebru öpüşürken ailesine yakalanmış çocuklar gibi hazır ola geçerek Burak'ın yanında durdu. Burak'ın haliyse takdire şayandı. Ancak bir hamamböceğine bakabileceği bir tiksintiyle karşısındaki adamı süzüyordu. Hiç çekinmeden de başparmağıyla dudaklarının kenarını siliyordu.
"Ben yalnızsın sandım. Şey... Derin'i aradığımda annem eve dönecekti deyince, yürümek zorunda kalma diye gelmiştim, kar başladı falan... Ama bir arkadaşınla olduğunu tahmin edemedim tabii."
Fuat'ın yüzündeki şaşkınlığın sesine yansıyışı Ebru'yu bile şaşırtmıştı. Şu adamla kaç sene geçirmişti. Onu ilk defa böyle dumur bir halde görüyordu. Bunu sahiden hiç beklemiyor olmalıydı.
"Merak etmeseydiniz. Ebru benim yanımda iyi."
Ebru kaşlarını havalandırarak yanındaki Burak'a baktı. Bakışları Fuat'a adeta binlerce ok fırlatıyordu.
Fuat şok halini üstünden atamamış olduğu için salaklamış bir halde başını salladı. Acele bir iki adım atarak Burak'a doğru elini uzattı. "Bu arada kusura bakmayın, Fuat Özkan ben. Ebru'nun eski eşiyim," diye kendini tanıttı.
Burak adamdaki cesaret karşısında alaycı gülümsemesine mani olamayarak başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Eski sıfatını araya sıkıştırsa da eşi demekten çekinmiyordu beyefendi.
"Burak Cem Elmaskaya," demesine rağmen Fuat'ın elini sıkmadı. Fuat mal gibi eli havada kalınca çekinceli bir şekilde elini geri çekti. Adamın kim olduğuna ancak ayınca, bir kez daha gözleri şaşkınlıkla irileşti. Bir şey demeden Ebru'ya baktı. Bakışları resmen 'sen hayırdır Ebru?' diye soruyordu.
"Burada tüm St. Morizt'e yetecek kadar elektrik yarattıysak artık olaysız dağılabilir miyiz? Çocuklar çıkarlar falan şimdi..." Ebru bakışlarını Burak'a çevirdi. "Malum," dedi. "Onlara hala söyleyemedim de."
"Siz beraber misiniz?.. Ama siz evli değil misiniz?" diye sordu Fuat. Burak artık kulaklarından dumanlar çıkarıyordu. "Bu sizi ilgilendiren bir durum değil bence."
İşte bu çıkıştan sonra Fuat kendine geldi. Başını geriye doğru çekerek hesap sorar gibi Burak'a baktı. "Nasıl beni ilgilendiren bir durum değil? Ebru benim çocuklarımın annesi. Evli bir adamla birlikteyse durumu bileyim de ona göre panik olayım."
"Fuat saçmalama. Durum dışarıdan göründüğü gibi değil. Çocuklara zaten söyleyecektim bu durumu ben. Burak'ın eşiyle bir boşanma davası var şu an. Tabii ki de durum aklına geldiği gibi iğrenç değil... Lütfen artık dağılabilir miyiz?"
Fuat tereddütle Burak'a baktı yine de. "Sen benimle geliyorsun ama değil mi?" diye sordu. Burak bu sefer Fuat'taki cürete iyice hayret etti. Ağzı iki parmak genişliğinde açılırken kafası sola doğru hafifçe eğildi.
"Size geldiğinizde ilk söylediğim şeydi Ebru'nun benimle olduğu. Ben onu bırakırım gerektiği zaman."
Ebru Fuat'ın bir şey demesine fırsat vermeden "Fuat sen dön hakikaten. Lisa'yı yalnız bırakma küçücük bebekle. Ben de çocuklar gelmeden gelmiş olurum. Zaten burası küçücük. Bir yere kaybolduğumuz yok. Bir şey olursa ararsın," dedi. Burak'a döndü. "Biz de gidelim. Şimdi gerçekten çıkarlar falan hava almaya. Yakalanmak istemiyorum."
"Tamam. Araba ön tarafta. Gel hadi." Burak Fuat'a ayar veren gözlerini onun üzerinden çekmeden, Ebru'yu elinden tuttuğu gibi onunla beraber otelin ön tarafında duran arabasına doğru yürümeye başladı.
***
Poyraz'la beş dakika bile mesajlaşamadığı, iki kelam edemediği yorucu bir günün sonunda, onun evine gelmişti. Zile basmış kapının açılmasını beklerken, içeriden bir uğultu gibi duyulan müzik sesine dikkat kesilmişti. Hoş bir şeyler dinliyordu.
Kapı yüksek bir ivmeyle açıldığında, beline doğru dökülen uzun kahverengi saçları uçuştu. Poyraz'la göz göze gelince gülümsedi.
"Bebeğim hoş geldin!" Poyraz'da ekstra bir neşe söz konusuydu. Bahar'ın her zamanki haliydi bu fakat Poyraz en az Bahar kadar, hatta ondan da neşeli görünüyordu.
"Hoş bulduk. Bu ne keyif? Görüşmen istediğinden de güzel geçti galiba?" diye sordu Bahar içeri girerken. Poyraz Bahar'ın arkasından kapıyı kapatırken onun üzerine doğru eğilince fırsattan istifade sıcak bir öpücük verdi sevgilisine.
"Yüzde doksan ihtimalle oldu çünkü. Projeyi çok sevdim. Kesinlikle benim için çok iyi olacak böyle bir projede yer almak. Menajerimde bunu destekliyor. Gelecek sezon dizilerinde başrol alabilirim bu filmden sonra. Gel hadi, sana tüm detayları anlatacağım!"
Poyraz Bahar'ı kolundan tuttuğu gibi içeri salona sürükledi. Bahar onun sehpaya hazırlamış olduğu yemekleri görünce ayrı bi heyecanlandı. Koltuğa oturup yiyecek ve içecek bir şeyler aldıktan sonra hemen kendini Poyraz'ı dinlemeye verdi.
Poyraz yapım şirketiyle görüşmeye gidişinin ilk anından başlayıp kapıdan çıkasıya kadar olan biteni, bir dizi anlatıyormuş gibi Bahar'a anlattı. Bahar da en az Poyraz kadar heveslenmişti dinlerken. Filmin konusu çok güzeldi. Çok efsanevi bir aşkı anlatıyordu. Acayip romantik bir şeyler olması Bahar'ı germemişti nedense.
Elindeki kıtır ekmeği kemirirken "Rol arkadaşın belli miymiş?" diye sordu. Bahar'a dönük oturan Poyraz'ın bakışları yavaşça değişti. İnceleyen, meraklı ve muzip pırıltılarla dolu gözbebekleri Bahar'ın yüzünde gezinirken, Bahar'ın heyecanı daha da arttı. Sorarcasına tek kaşını kaldırıp başını iki yana salladı.
"Zeynep Çınar'la önceden anlaşmışlar zaten. O beni düşünmeden de belliymiş," dedi Poyraz. Anında göz temasını kesip sehpaya uzandı ve su dolu bardağını aldı. Geri doğrulduğunda Bahar'ın yüzündeki şaşkınlığı görmek paha biçilemezdi.
"Zeynep Çınar?.."
"Hı hı."
"Eski sevgilin olan Zeynep Çınar?"
"Ha ha."
"Beş buçuk sene çıktığın ve bir buçuk yıl önce ayrıldığın Zeynep Çınar."
"Evet o."
Bahar artık filmin konusundan o kadar emin değildi. Acayip sıcak basmıştı. Şu an yüzünün kıpkırmızı kesildiğine kalıbını basabilirdi.
Bir balık gibi ağzını açıp açıp kapatıyordu. Konuşacak bir şey arıyordu ama bir türlü o doğru kelimeler dökülmüyordu. Şimdi ne dese olurdu ki? Hiçbir şey demeye hakkı yoktu. Kendi durumuyla bu durumun bir olmadığını nasıl kanıtlayabilirdi? Mümkün değildi muhtemelen.
"Hmm," diye mırıldanabildi en nihayetinde. Kendi su bardağına uzanıp sonuna kadar içti. Eliyle kendisini yellemeye çalışırken Poyraz saklayamadığı bir eğlenme haliyle onu izliyordu.
"Kıskanmış olamazsın?" dedi yangına körükle gider gibi. Bahar sesli bir nefes vererek başını iki yana salladı. "Yo..."
Kendine mani olamayarak sehpaya uzandı ve eline geçen her şeyden biraz biraz alıp kucağını doldurdu. Poyraz onu izlerken biraz üzüldüğünü hisseder gibi olsa da, Bahar'ı sınamanın iyi olacağına kendini inandırmaya çalışıyordu. Kendisi çok sınanmıştı. Bir süre de o uğraşsındı.
Bahar, Poyraz kalkıp içeri gittiği an telefonunu eline alıp şu Zeynep'in şu an bir sevgilisi olup olmadığını araştırdı. Magazine yansıyan mantıklı hiçbir şey bulamayınca kızı sosyal platformlardan direkt araştırmaya karar verdi. Instagram'ına, Twitter'ına baktı. Oradan da bir sonuç alamayınca son çare Facebook'una yöneldi. Poyraz ortak arkadaşları olduğu için kızın profilinin bir kısmını görebilmişti. Poyraz'ın ortak arkadaşlar yazısının altındaki küçük fotoğrafına bakarken yüzünü buruşturdu.
Bekâr görünüyordu. "Hah buyur," diye mırıldandı. İç dudağını kemire kemire Poyraz'ın kaybolduğu koridora doğru baktı. Acaba Facebook'ta ilişkide yapmak için erken miydi henüz? Yapsalar ne olurdu?
'Aman Bahar ya!' diye kızdı iç sesi Bahar'a. Ağır hareketlerle uygulamaları kapatıp telefonu geri bıraktı. Sonuçta kaderden kaçılmıyordu. Zamanında Poyraz ona güvenmişti. Zor da olsa o güveni Bahar'la paylaşmıştı. Şimdi Bahar da aynısını onun için yapmalıydı.
***
Ekin gözlerini kapatarak uzanıp Ekin Bir'in çıplak sırtına bir öpücük bıraktı. Onun belinden doladığı kollarını sıkı karnının üzerinde birleştirip tekrar Ekin Bir'in kürek kemiğinin üzerine ıslak bir öpücük bıraktı. Ekin Bir'in sessizce güldüğünü işitti.
"Bak ocağın başındayız, şimdi düşüreceğim her şeyi," dedi Ekin Bir omuzunun üstünden ufak bir bakış atarak. Ekin çenesini onun kürek kemiğine dayayarak gülümsedi. Öpmeyi bıraksa da daha sıkı sarılarak Ekin Bir'i tamamen kendi himayesi altına aldı.
"Eveeet. Bu da hazır gibi," Ekin Bir önündeki tencerenin ateşini kısarak kapağı aralık kalacak şekilde kapattı. Ardından elleriyle sürekli kendisini tacize devam eden küçük sevgilisine döndü. Eğilip dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı.
"Sen acıkmadın ve oyun oynamak istiyorsun galiba?" diye sordu muzip bir ses tonuyla. Ekin de Ekin Bir'in oyununa katılarak masum bir kız çocuğu gibi başını onaylarcasına salladı.
Ekin Bir onu belinden tuttuğu gibi mutfak tezgâhına oturttu. Hiç beklemeden dudaklarına uzanıp muhteşem bir istekle öpmeye başladı. Bu sefer o, güçlü elleriyle Ekin'in ufak bedenini bir anda sarıp kucakladı. Bel çukuruna okşayarak baskı yaparken, başını onun boynuna doğru eğdi. Ekin onun daha rahat hareket edebilmesi için başını öbür tarafa yatırarak yer açtı. Ekin Bir'in maharetli dudakları boynunda, köprücük kemiğinin üzerinde ve omuzlarında gezerken kendinden geçmek üzereydi. Bu aralar neden böyle olduğunu bilmiyordu ama bi anormallik olduğu kesindi. Anne olma yaşı geldiğinden belki de, hormonları iyice sapıtmıştı. Mümkün olsa her dakika adamın üstüne atlayası vardı da, utangaç tarafı zorla bileğinden tutup duruyordu Ekin'i.
"Ekin..." diye inleyerek iç geçirdi başını arkadaki dolabın kapağına yaslarken. Ekin Bir "Söyle buğday tanem?" diyerek dudaklarını yavaş yavaş Ekin'in iki göğsünün arasına getirdi. Üzerindeki atletin askılarını biraz aşağı indirerek Ekin'in sutyenini açığa çıkardı.
Onun tenini koklayarak sutyenin açık bıraktığı noktaları öperken, Ekin onu saçlarının arasından parmaklarını hırsla geçirdi. Sahiden içinden vahşi bir kadın çıkıyordu.
"Son zamanlarda bu ateşli halindeki artış beni çıldırtıyor biliyor musun?" diye mırıldandı Ekin Bir. Öpücükleri daha hassas noktalara doğru giderken Ekin gözlerini bile açacak güce sahip olmadığını düşünüyordu.
"Belki de yetmişinde beni aldatmakla tehdit ettiğin için böyle olmuşumdur," dedi Ekin. Sesinin alaycı çıkmasını istemişti ama o kadar tahrik olmuş bir haldeydi ki sesinin çıkması bile mucize sayılabilirdi.
Ekin Bir o çapkın tebessümünü yüzüne yerleştirerek kafasını Ekin'in göğüslerinden çekti ve bakışlarını sevgilisinin gözlerine kenetledi. Bileklerini tezgâha dayayarak hafif hafif Ekin'in üzerinde doğru ileri geri sallanmaya başladı.
"Biliyor musun? Arkadaşlarını şimdi anlıyorum. Bir insanın senin yanında mutsuz hissetmesi mümkün değil. Herhangi bir sebepten... Sen müthiş bir mutluluk kaynağısın küçük buğday tanesi."
"Öyle miyim sayın büyük buğday tanesi?" derken sırıttı Ekin. Ekin Bir de dişlerini göstererek kocaman gülümsedi.
"Hem de dünyanın en büyük mutluluk kaynağı." Ekin'in bir şey demesine fırsat vermeden uzanıp tekrar onu öptü. Ona susamış, onsuz kalamıyormuş gibi öptü. Sanki yarım dakika önce dudaklarını onun teninden çekmemiş gibi bir açlıkla öptü. Ekin'i sonsuza kadar öpse bile yetmeyecekmiş gibi hissediyordu. Buna alışamayacağını düşünüyordu.
İşittiği bir cos sesiyle hızla dudaklarını Ekin'inkilerden kopardı ve bakışlarını ocağa çevirdi. "Hadi be!" diye bağırarak ocağa koşturup çorbanın altını kapattı. Ekin oturduğu yerde neşeli bir şekilde vücudu sarsıla sarsıla gülüyordu.
"Hiç gülme Ekin! Hep senin yüzünden oldu bu! Eve geldiğimizden beri oramı buramı öpüp duruyorsun. En azından geceye kadar bekleseydin..."
Ekin bir anda gülmeyi kesip şokla Ekin Bir'e baktı. "Sanki sen halinden memnun değildin! Daha şimdi mutluluk kaynağı olduğumu söylüyordun, hemen caydın!"
Ekin Bir taşan çorbayı temizlemeye girişmişken kısık ve şakacı bir ses tonuyla "Tamam ama diğer bi mutluluk kaynağının da yarısı taştı..." diye geveledi ağzının içinde.
Ekin tekrar kıkırdamaya başlayarak tezgâhtan indi. Ekin Bir'e yardım etmek için kolları sıvadı. Mutfaktaki masayı hazırlarken "Bugünkü görüşmeden hiç bahsetmedin?" diye sordu. Her zamanki gibi gizemli beyefendi, ne görüşmesi olduğundan dahi bahsetmemişti. Ekin onun bir yayıneviyle görüştüğünü düşünmüştü ilk başta. Çünkü Ekin Bir "Benim yarın bir görüşmem var," dediğinde ve Ekin de ışık hızıyla "Ne görüşmesi?" diye sorduğunda "Anlatırım sonra," diye geçiştirmişti. İrfan abiyle beraber yayınevi açma ihtimalinin hala muallakta olan bir karar olduğunu biliyordu. O yüzden bir yayıneviyle görüşüyor olması ihtimaller dâhilindeydi.
"Netleşen bir şey olmadan bahsini açmak istemedim sadece. Gereksiz heyecanların önüne geçebilmek adına..."
Ekin, Ekin Bir'in bu kapsamlı açıklaması karşısında bir an duraksayarak mümkün olduğunca cici bir ifadeyle "Ben de seni darlamak istememiştim. Öylesine istediğin gibi gitti mi acaba diye merakımdan sordum," diye mırıldandı. Sesinin elinden geldiğince normal çıkmasına çabalamıştı. Her ne kadar ışık hızıyla gelişen bir aşk yaşıyor olsalar da, hala daha ilişkilerinin ilk evrelerindelerdi. Ekin Bir'e ait bilmediği birçok ayrıntı olduğuna emindi Ekin. Kendisi onun yanında bir papağan gibi susmadan konuştuğu için o her şeyi öğrenmişti bile. Ama Ekin Bir hala açılmamış bir kutu sayılabilirdi.
"Bir prodüksiyon şirketiyle görüştüm. Yapımcı ve senarist falan."
Ekin, zıplayarak doğruldu ve kocaman açtığı gözleriyle Ekin Bir'in gözlerinin içine baktı. "Ciddi misin sen?" diye bağırdı.
Ekin Bir bilmiş tavırlarla gözlerini devirerek güldü. "İşte bu yüzden söylemek istemedim. Erken heyecan oluyor. Henüz ortada tam olarak bir şey var diyemeyiz. Hepimiz konuya sıcak bakıyoruz ama önce senaryoyu görmem lazım."
Ekin kendine hâkim olmaya çalışarak "Hangi kitap için?" diye sordu sadece. Aklındaki milyonlarca sorudan birini seçerek, bu Ekin Bir'i eşeleme konusuna yumuşak bir yaklaşım yapmak zorunda kaldı.
"Haziran için."
Ekin ismi duyunca çok şaşırmadığını hissetti. Başını onaylarcasına salladı. Ekin Bir suskunluğunu koruduğu için konuyu daha fazla kurcalamamaya karar verdi. Nasılsa kendisi anlatacaktı bir noktada.
Öpüşürken koklaşırken, tonlarca güzel söz söylerken hiçbir sıkıntı yoktu. Dünyanın en tatlı adamıydı karşısındaki. Bir de şu gizemli olma konusuna çözüm bulsalar, her şey mükemmel olacaktı.
***
Ebru bu soğukta kurdeşen dökecekti birazdan. Çocuklarla dört saniyeden fazla göz teması kuramıyordu. İkisi de önlerindeki kahvaltılarına ve telefonlarına dalıp gitmişlerdi gerçi. Normalde bu durum yaşansa onları azarlardı, ama şimdi bilerek susuyordu. Bu ona lafa nasıl gireceğini düşünmesi için zaman veriyordu. Hazır Fuat ve Lisa yokken şu konuyu yavaştan aradan çıkarmak iyi olacaktı.
Dün akşam gördüklerinden sonra Fuat bu sabah bi tuhaf davranmıştı Ebru'ya. Ebru ona da hak veriyordu. Sonuçta Fuat, Burak'ı tanımıyordu, etmiyordu. Olayın perde arkasını hiç bilmiyordu. Çocuklarının annesinin evli adamlarla takılmasını hoş görmemek en doğal hakkıydı. Bu yüzden Ebru çocuklara açıkladıktan sonra Fuat sorununu da çözecekti. Çok azimliydi bu konuda.
Genzini temizleyerek çayından bir yudum aldıktan sonra beklentiyle gözlerini çocuklar üstünde gezdirdi. Annelerinin uyarı veren boğaz temizleme sesinden sonra Tolga da Derin de telefonları panikle bıraktılar. Oysaki Ebru ayar vermek adına çıkarmamıştı o sesi. Sadece kendini hazırlamaya çalışmıştı.
"Sizinle bir şey konuşmam gerekiyor," diye isteksizce mırıldanarak lafa girdi Ebru. Yüzündeki endişeli ciddiyet ifadesi çocukların da tereddütle kendisine bakmasına neden oluyordu. Tolga merakla tek kaşını kaldırmıştı.
"Lafa nasıl başlasam bilemiyorum," derken güler gibi oldu Ebru. Derin gözbebekleri irileşirken "Anne beni korkutuyorsun. Neler oluyor?" diye sordu. Ebru kendine çeki düzen vermeye çalıştı.
"Bir durum var. Size söylemem gereken. Şöyle ki..." derken camdan dışarı baktı. Dün akşam yağan deli kar durmuştu. Sanki oradan Burak çıkacakmış da gelip yardım edecekmiş gibi baktığı yerden medet umdu. Tabii öyle bi dünya yoktu.
"Anne çatlatma bizi artık hadi?" diye söylendi Tolga sabırsızca. Masanın üzerinden daha çok annesine eğildi.
"Benim hayatımda biri var," dedi Ebru tek seferde. Gözleri bir an için bile başka yere bakmadan çocuklarının üzerinde mekik dokudu. İkisinin de ifadesinde bir değişiklik göremedi. Put gibi duruyorlardı. İlk söylediği saniyeden beri kıpırdamamışlardı.
Saniyeler dakikaya dönüştüğünde Ebru artık gerilmeye başladığı için "Bir şey söylemeyecek misiniz?" diye sordu. Az sonra çocuklarının içine düşecekmiş gibi dikkatle onlara eğildi.
"Hayatımda biri var derken... baya bi erkek mi?" diye sordu Derin. Ses tonu baya aptallamış gibi çıkmıştı ama zaten şu an çok da mantıklı olabileceğini sanmıyordu. Mala bağladığı kesindi. Tolga'dansa hala tepki yoktu. Çocuk çarpılmış gibi duruyordu aynı pozisyonda.
"Valla bildiğim kadarıyla hala erkeklerden hoşlanıyorum ben. O yüzden hayatımdaki adamı da ona göre seçtim," diye şakacı bir cevap verip çocukları az da olsa güldürmek; en kötü ortamı biraz yumuşatmak istedi fakat başarılı olamadı. Derin'in suratı biraz asılmış, Tolga'ysa çehresinde en ufak değişikliğe mahal vermemişti.
"Tolga sen bir şey demeyecek misin?" diye sordu Ebru dayanamayıp. Gözlerini oğlunun yeşil gözlerine dikti.
Tolga annesinin kendisine hitaben konuşmasının ardından biraz doğruldu. Yüz ifadesi biraz şaşkınlık, biraz kırgınlıkla kavrularak, eskisine nazaran yumuşadı. Tolga'nın yeni ifadesi, Ebru'nun beklemediği bir çıkış oldu. Kalbi göğsünden dışarı çıkmak istermişçesine atıyordu. Tolga'nın tepkisi daha mühimdi. Bugüne kadar bu eksik çekirdek ailenin alfası oydu. En azından dokuz-on yaşından beri, hatta daha bile öncesinden beri Tolga kendini o korumacı noktaya koyuyordu. Şimdi annesinin başka bir adamın egemenliğine girecek olması onu çok etkileyecekti.
"Ne diyebilirim ki? Otuz altı yaşında bir kadınsın. Bekârsın ve bu senin kararın. Senelerdir hayatında biri yoktu. Sen yanlış karar alacak bir insan değilsin. Eminim ki ince eleyip sık dokuyarak bu sonuca varmışsındır. Sonuçta bize söyleyecek kadar ciddileşmesini beklemişsin. Yani ciddi bir şey için beklediğine inanıyorum, yanılmıyorum değil mi?"
Ebru oğlunun her cümlesiyle şok üstüne şok yaşıyordu. Tolga'nın yüz seksen dokuz aylık hayatı boyunca en olgun davrandığı an, şu an olabilirdi. Otokontrolüne hayran kalmıştı. Ebru'nun bildiği Tolga'nın şu anda kulaklarından dumanlar çıkarıyor olması lazımdı.
Yoksa minik oğlu büyüyor muydu?
Derin de en az Ebru kadar şaşkındı. Kardeşine bakarken kaşlarını çatmış, onun gerçekten Tolga olup olmadığına anlam vermeye çalışıyormuş gibiydi.
Tolga tekrar hayata dönüp kahvaltısını etmeye devam ederken "Tabii yine de adamdan biraz bahsetsen iyi olur. Kaç yaşında, ne iş yapıyor, nereliymiş? Sana yakışan biri mi değil mi bilelim," diye söylendi hart hurt salatalığını yerken. Ebru tek kaşını kaldırarak şüpheci bir tavırla güldü.
"Aslında kendisini biraz tanıyorsunuz. Şu an durumu dışarıdan çirkin gösteren bir ayrıntı var ama konuyu da açıklayacağım size. Göründüğü gibi değil."
"Ay çatlatma adamı anne?! Öleceğiz meraktan!" Derin bir anda gıybet çetesinin elebaşına bağlayarak cırlak bir sesle isyan etti. Ebru gözlerini devirerek çayından bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı.
"Bu kişi şu an boşanma aşamasında, henüz boşanması sonuçlanmış değil ama haftaya davası var—"
"Evli mi?!" diye sordu Tolga rahatsız ve sert bir sesle. Ebru hemen onların takılacağını tahmin ettiği bu ayrıntıya açıklık getirdi. "İşte bunu diyordum az önce. Önyargılı olmayın. Kafanızda benim hakkımda yanlış bir şeyler oluşmasın. Benimle ilgili yanlış düşünmeyeceğinizi zaten biliyorum ama adamla ilgili de düşünmeyin. Zira kandırılmış falan değilim. Kendisi eşinden ayrıldıktan sonra boşanma davası açtı. Bana öyle geldi zaten."
Tolga ve Derin şüpheci tavırlarından ödün vermeyerek dinlemeye devam ettiler. Ebru bu konuyu bir arkadaş grubuyla halleder gibi hallettiği için mutluydu. Çünkü çocukları ters çıkışsaydı annelik kartını kullanarak onlara bağırıp emir vermek zorunda kalacaktı ki bunu yapmaktan nefret ediyordu. O zaman aralarına soğukluk giriyordu.
"Kim peki bu adam? Biraz tanıdığımızı söylemiştin?" diye sordu Derin. Ebru onun gözlerinin içindeki o küçük simgelerden bile şu an beyninin tüm kıvrımlarını tarayarak adamın kim olduğunu düşündüğüne emindi. Deli gibi tanıdığı bütün adamları düşünüyor olmalıydı.
"Burak Cem Elmaskaya. İlk kez Star Wars'a gittiğimizde görmüştünüz. Sonra mağazada da gördünüz."
Derin şangırtıyla çatal bıçağını düşürerek çenesini masaya bırakırken, Tolga da gözlerini belerterek masanın üzerinden, belden yukarını annesine doğru eğdi. Ebru biraz ürkerek geri kaçmak durumunda kaldı.
"Şa-ka ya-pı-yo-sun?" Derin her heceye gereken tınıyla vurgu yapmayı ihmal etmedi. Yüzüne engel olamadığı bir sinsi sırıtma hali yayılırken arkasına doğru yaslanmaya başladı.
"Anne o adam ülkenin sayılı zenginlerinden olan bir sosyetik değil mi?" diye sordu Tolga endişeyle. Ebru hafifçe başını salladı.
"Anne öyle adamlara güven olmaz ki! Bugün yüzüne güler, yarın yirmilik bi çıtırı koluna takar gezer. Acun'u, Ağaoğlu'nu falan görmüyor musun?"
Ebru derin bir nefes aldı. Metanetle Tolga'ya bakarak konuştu. "Burak onlardan değil Tolga. Sen de iyice konuşup tanıştığında göreceksin. Bir kere sonradan bazı şeyleri elde etmiş ve elde ettikleriyle ne yapacağını şaşırmış bir zengin değil. Çapkın sosyete mensuplarından ziyade daha eski toprak cemiyet mensubu gibi. Tam bir beyefendi. Konuşması, tavırları. İnan o ucuz çapkınları bir anda fark edebilirsin. Ben çok görüyorum onlardan. Burak öyle değil."
"Anneee! Peki bu Elmasbebiş seninle evlenecek mi peki?" diye sordu Derin o cırtlak sesini daha da inceltip tatlılaştırmaya çalışarak. Ebru korkuyla kızına baktı. "Derin bi dur! Ne evlenmesi ya?! İlişkiye yeni başladık. Hatta tam bir şeye başlayamadık bile. Eşinden ayrılması ve sizin falan öğrenmeniz benim için çok önemli ayrıntılar."
"Valla anne niyeti ciddiyse gelsin yani. Bu yaştan sonra goy goy mu yapacak? Evlenmeyi düşünmüyorsa hiç vakit kaybetme bence. Ben senin evlenmeni tercih ederim," diyerek omuz silkti Tolga. Ebru bugün oğluna daha fazla şaşırabileceğini sanmıyordu.
"Ben de yeniyetmeler gibi film izleyip, boş boş pizza yemeye gittiğim bir ilişki istemiyorum zaten. Ama bırakın da o ciddi kısımlarına biz zamanı gelince karar verelim? Ha? Öyle şıp diye de evlilik olmaz çünkü. Birbirimizi tanımamız lazım."
Derin birkaç saniyedir kurcaladığı telefonunun ekranını annesine doğru tuttu. "Ben tanıdım bile! Yeter bence! Hemen evlenin! Ay Allah'ım... Ay n'olur evlensinler!" Burak'ın Vikipedi sayfasını Ebru'ya doğru tutarken tam bir kız çocuğu gibi sevinçle dua ediyordu Derin. Ebru gözünün önündeki sayfayı elinin tersiyle etti. Zaten bu sayfayı ve daha nicelerini hatim etmişti bir haftadır.
"Emir'le beraber o da gelmiş buraya—" diye tam konuşmaya ve açıklamaya devam ederken Derin gözlerini kısıp, sinsice gülümseyerek başını aşağı yukarı sallamaya başladı ve annesinin sözünü kesti. "Kıskançlık alarmı!.. Sen buraya babamın yanına gelince kıskançlığından kudurdu, o da Emir'in peşine takıldı, değil mi?" diye sordu.
Ebru bir kez daha bıkkınlıkla oflayarak iç geçirdi. Aslında tam olarak öyle değildi. Burak'ın itiraf ettiğine göre kıskançlığının nedeni olarak Emir'i peşinden bahane diye sürüklemişti...
"Neyse... diyordum ki; buradayken bir akşam ya da öğlen falan; bir ara onunla yemek yeriz. Dördümüz beraber. Ne dersiniz? İstanbul'da bunun tekrarlarını yapabiliriz tabii."
"Olur," dedi Tolga direkt. Burak'ı tanımayı istiyordu. Derin de bir muhabbet kuşu gibi hevesle başını aşağı yukarı sallayıp duruyordu zaten. Dünden bu fikre hazır olduğu aşikârdı.
***
Ebru pistin sonuna ulaştığında gülmekten ölmek üzereydi. O kadar çok gülüyordu ki neredeyse durmayı başaramayacağına inanmaya başlamıştı. Pistin başında kızını delirten Emir'in onu yarış için gaza getirdikten sonra nasıl onu yendiğine gözleriyle bizzat şahit olmasını ardından; kızının elindeki kayak batonlarını onun arkasından fırlatışını görmek gününü bir hayli şenlendirmişti. İsviçre'nin göbeğindeki davranışlarıyla cazgır Türk kadını imajını kaybetmeden ulusal kimliğini herkese açık etmişti.
Az ileride onun gelmesini bekleyen Burak, aşkla Ebru'ya bakıyordu. İçten kahkahaları onu olduğundan daha da güzel kılıyordu. Gülmesi biraz durulduğunda kayaklarını çıkarıp Burak'a doğru yürüdü. Burak da ona doğru birkaç adım atarak Ebru'yu ortada yakaladı.
"Emir nerede?" diye sordu gözlüğünü kafasına takarken. Burak da hafifçe gülerek başını iki yana salladı.
"Kaçtı hergele tabii ki de. Ama kendisi kaşındı. Derin elbet aşağı gelip onu bulacak."
Ebru tekrar kıkırdadı. Burak daha fazla dayanamayıp boştaki elini onun beline sarıp kendisine doğru çekerek yanağından öptü. Ebru geri çekildiğinde Burak'ın gözlerinin içine baktı. Romantik bir bakışma anını sürdürürlerken Derin'in yüksek sesle söylenerek yanlarına geldiklerini işitince geri çekilip sesin geldiği yöne baktılar.
"Can'daki centilmenliğin çeyreği yokmuş bu çocukta! Nasıl yanılmışım belli değil!" diye bağırdı Derin. Kıstığı gözleri hızlıca etraftı tarıyordu. Fakat Emir ortalıkta görünmüyordu.
"Tamam Derin abartma. Sen de kaşındın hem. Bilmiş bilmiş çocuğa ben bebektim bu işe başladığımda dersen olacağı buydu." Ebru eğlenen arkadaş halini üzerinden atmış, anne kimliğine bürünmüş bir şekilde kızına bakıyordu. Derin sövdüğü çocuğun dayısının da yanlarında olduğunu düşünerek susmaya karar vermişti. Burak'ın önünde hadsiz tuhaf davranışlar sergilemek istemiyordu üstelik. Kendisini ona sevdirmesi gerekiyordu. Uslu bir kız olup annesinin potansiyel kocasının gözüne girmeliydi.
"Dilerseniz yemeğe geçelim. Çok güzel bir restoranda yer ayırttım," dedi Burak. Derin hemen parıldayan gözlerini annesine çevirdi. Nezaketli bir insan olduğunu göstermek adına sözü büyüğüne bırakır gibi davranıyordu. Ama bakışları onun evet demesi için gözünün içine bakıyordu adeta.
"Tamam. Üstümüzü değiştirmek için kısa bir süre eve uğrayabilir miyiz?" diye sordu Ebru. Burak hemen başını aşağı yukarı salladı.
Tolga'yı da büyük pistten aldıktan sonra Burak onları arabasıyla evlerinin önüne getirdi. Çocuklar inip kapıları kapattıktan sonra Ebru arabadan inmeden evvel Burak'a dönüp gözlerinin içine baktı. Uzanıp hızlıca dudaklarına kısa bir öpücük bıraktıktan sonra "Yirmi dakikaya hazır oluruz. Ama sen yine de acele etme," deyip bir eliyle Burak'ın saçlarını düzeltme bahanesiyle okşadı. Burak o etkileyici bakışlarını sevdiği kadının üzerinden çekmeden "Bir dakika bile geç kalmayacağım," diye fısıldadı. Ebru son bir kez onu öptükten sonra arabadan indi. Burak gitmesi gerektiğini biliyordu fakat Ebru kapıyı kapatıp eve doğru ilerlerken onun arkasından bakmaktan kendini alamadı. Tam Ebru verandanın merdivenlerini çıkarken içeriden Fuat çıkınca bütün gündür gülen yüzü bir anda asıldı. Fuat arabaya doğru kısa ve atarlı bir bakış attığındaysa cinleri iyice tepesine çıktı. Kendisini görmesine imkân yoktu film kaplı camlar yüzünden. Ama sanki görebilecekmiş de, o atarlı bakışlarıyla ayar verebilecekmiş gibi bakmaya çalışması sinir bozuculukta en üst noktaydı.
Ebru onu sollayıp eve girince birkaç saniye daha Fuat'ın sinir bozucu yaşlanmamış yüzüne baktı. Ebru gençken ilk önce onun dış görünüşüne kandığını itiraf etmişti. Ne yazık ki haklıydı da. Adam hala iyi görünüyordu. Neyse ki evliydi. Gerçi erkeğin evlisine de güven olmuyordu ya. En iyi örnek kendisiydi. Evliliğinde biraz bile mutsuzsa tehlike arz ediyordu.
Fakat Burak Ebru'ya güveniyordu. Tüm kalbiyle güveniyordu hem de. Evet, kıskançlıktan içi içini yiyordu ama Ebru'nun kendisine bir dokunuşu, bir bakışı yetiyordu...
Yarım saat kadar sonra restorandan içeri girdiklerinde Ebru biraz tedirgin hissediyordu. Tolga ve Derin sabah Burak'la karşılaştıklarından beri oldukça normal davranıyorlardı. Özellikle Tolga başka bir olgundu fakat yine de güven olmuyordu işte. Burak da muhtemelen her şeyin mükemmel olmasını istediği için dün akşamki gece kulübündeki tiplerin takılacağı türden lüks bir restoran seçmişti yemek için. Dün de düşündüğü gibi Ebru'ya bir tık fazla kaçıyordu bu lüksler. Derin ve Tolga'nın davranışlarından tırsmasa sıkıntı yoktu da...
'Neyse artık, güveneceğiz. Böyle bir yerde de kavga etmezler herhalde' dedi içinden, İngilizce konuşan görevli onları cam kenarındaki masaya yönlendirirken. Müthiş manzarayı tepeden gören, yüksek tavanlı ve tarihi ruhu yansıtan dekorasyona sahip bir yerdi burası. Ebru restoranın dâhil olduğu otelin dışına da, restoranın ve otelin içine de bayılmıştı.
Burak Ebru'nun yanına oturmayı tercih ederek çocukları tam karşısına aldı. İkisine de acemi bir cici baba adayı gibi sürekli gülümsemeye çalışıyordu. Normalde bu kadar gülümsemeye alışkın olmayan biri için çok zordu bu. Kendini Derin'den daha fazla zorlanıyordu beğendirmek adına.
Menüleri alıp seçtikleri yemekleri başgarsona bildirdikten sonra bile masaya sessizlik hakim olmaya devam etti. Ebru camdan dışarı bakıyordu. Tolga etrafını inceliyor, Derin de ara ara telefonuna bakıyordu. Burak bir şeyler sorup muhabbet açmak istiyordu ama bir türlü lafa girecek yer bulamıyordu. O klişe sorulara mecburdu galiba. Okul, arkadaş, dersler muhabbetine girmek istemiyordu ama onları sorarak muhabbet başlatabilecekti ancak.
"Annemin hayatında biri olması çok ilginç." Burak tam bir şeyler demeye kendini hazırlamış ve ilk cümlesini seçmişken, Tolga'nın gülerek söylediği sözlerle kafasını hızla ona çevirip baktı. Ebru da şaşkınca oğluna bakıyordu. "Neden ki?" diye soran taraf da o oldu Tolga sözlerini Burak'a yönelik söylemiş olmasına rağmen.
"Ne bileyim... Kendimi bildim bileli sen yalnızsın. Bu fikre alışmam zaman alacak gibi... Yanlış anlamayın, karşı çıkıyor değilim. Sadece görmeye alışmam lazım. Örneğin babam Lisa'yla evlenene kadar bile onu hiç yalnız görmedim. Hep hayatında birileri vardı. Ama sen bugüne kadar hep yalnızdın. Birden pat diye bu kadar ciddi bir ilişkiyle karşımıza çıkınca sindirmesi de zor oluyor."
Tolga merakla Burak'a bakıyordu. Adamın yakışıklılığından kaynaklanan verdiği güvensizlik imajı canını sıksa da, içten içe annesine de ancak böyle bir adamın yakışacağını düşünüyordu. Annesi çok güzel ve narin bir kadındı. Babası gibi bir çapkınla çok genç yaşta evlendiği için şanssızdı da. Bundan sonra onun için her şey güzel olmalıydı. Bu adamın asaleti annesine yakışacaktı. Basit bir adamla beraber olsa bu Tolga'nın daha çok canını sıkardı..
"Tolga'ya katılıyorum ben de aslında. Ama senin mutlu olmanı her şeyden çok isteriz biz. O yüzden bizim açımızdan bir korkunuz olmasın. Öyle ergen ergen triplere girecek çocuklardan değiliz." Derin eliyle 'boş verin' dercesine bir hareket yaparak omuz silkti. Burak ona bakarak keyifle gülümsedi. Ebru da gülümsüyordu fakat yine de şüpheci tavırlarla arkasına yaslanıp, kollarını göğsünün altında kavuşturarak kaş altından Derin'e baktı.
"Siz ve ergen davranışlar sergilememek? İnanması çok zor valla Derincim," dedi. Derin başını sağ omzuna yatırarak tatlı bir kız çocuğu gibi sırıttı.
"Ne yapalım yani? Bu yaştan sonra 'Bizi artık sevmeyeceksin değil mi? Hep o adamla olacaksın' diye ağlayalım mı? İşimiz gücümüz yok sanki." Alaycı bir şekilde omuz silkince Ebru keyifli bir kahkaha attı. Burak da sesli güldü.
"Can'ın daha haberi yok, değil mi?" diye sordu Tolga. Burak kısa bir anlığına Ebru'yla bakıştıktan sonra hayır anlamında başını salladı. "Daha annesiyle boşanacağımızı yeni öğrendi. O fikre biraz alışsın, Ebru'yu da anlatacağım ona... Can da üstesinden gelecektir. Sadece yaşını göz önünde bulundurarak özenli davranmaya çalışıyorum. Yoksa kontrollü bir çocuktur zaten o. Normal karşılayacaktır."
Tolga da, Derin de anlayışla başlarını salladılar. "Her türlü yardıma hazırız biz," dedi Derin. Burak minnetle gülümsedi.
"Beni çok şaşırtıyorsunuz. Benden habersiz bir şey mi içtiniz, bir şey mi yaptınız? Neden böylesiniz?" diye sordu Ebru çocuklarına doğru.
"Çocukların günahını alıyorsun bence," dedi Burak. Derin hemen onaylarcasına başını sallayarak annesine doğru abartıyla eğildi masanın üstünden. Gözlerini belertti. "Evet günahımızı alıyorsun."
Ebru hemen elini kaldırarak "Tamam tamam!" dedi. "Demiyorum bir şey. Nazar falan değer şimdi."
Tolga aslında boşanma davasını sormak istiyordu ama bu konunun hassas nokta ve tatsız bir konu olması sebebiyle duruyordu. En iyisi daha sonra müsait bir anda sormaktı.
"Bize biraz ailenizden falan bahsedebilir misiniz? Annem eminim ki sizin hakkınızda her şeyi biliyordur. Bizi de anlatmıştır. Ama biz, sizle ilgili detayları hiç bilmiyoruz."
Burak karşısındaki genç adama hayranlıkla bakarak arkasına yaslandı. Ebru bu çocuklar konusunda çok yanılıyordu. Zehir gibilerdi bu çocuklar...
"İstanbullu bir aileden geliyorum ben. Babamın adı Agâh Cihangir Elmaskaya. Ailemin büyükleri iki asırdan fazladır İstanbul'da yaşadıkları için İstanbul'un yerlilerinden sayılırız. Annem Gyhta Elizabeth Byng ise İngiliz. Staffordshire kökenli, Manchester doğumlu. Benim de çocukluğumun büyük bir kısmı Manchester'da geçti. Ortaokulu ve liseyi Türkiye'de okuduktan sonra yükseköğrenim için tekrar oraya gittim. Gençlik hayatım genelde bu iki ülke arasında mekik dokuyarak geçti. Buraya dönüp kendi işimi kurduktan sonra ziyaretleri biraz azalttım."
"Bir hayli büyük bir aile şirketiniz var. Neden onlara bağlı devam etmek yerine bağımsız bir yol seçtiniz ki?"
Ebru her ne kadar Tolga'nın sorduğu soruyu kendisi de merak ediyor olsa da, bugüne kadar belki saygısızlık olur diye sormamıştı. Çekinceyle Burak'ın yüzüne baktı. Soruyu gayet doğal algılamış gibi gülümsüyordu.
"Sanırım içimde oldum olası bir aykırılık vardı bu konuda. Doksanlardan beri hep hayal ettiğim bir şeydi aslında bu. Ailemle olan maddi bağları biraz gevşeterek, tüm dayanağı manevi bağlara çevirebilmek. Hala aile şirketlerinde hisselerim var, aktif olarak görev almasam da yönetim kurulundayım. Ablam Zülal'e güveniyorum bu konuda. O tüm konularda beni bilgilendiriyor. Kendi şirketimin yıllık büyümesi, Elmaskaya Holding'in çok uluslu tüm şirketlerinden bile daha fazla. Teknoloji çağı için çok doğru bir sektörde atılım yapmıştım ben. Şimdi de meyvelerini topluyorum fazlasıyla."
"Ablanız dışında kardeşiniz var mı?" diye sordu Derin dirseğini masaya dayayıp çenesini elinin üstüne koyarak.
"Yok. Kuzenlerim var bir sürü. Bir hayli kalabalık bir kuzen ağım var hatta. Annemler altı kardeşler. Babamlarsa beş."
"Vay canına!" diye hayretle tepki verdi Derin. Tolga da keyifli bir şaşkınlık halindeydi. Adam beklediğinden de asil çıkıyordu. Yarı İngiliz olması yeterdi zaten.
"Manchester'ı hep merak etmişimdir. Güzel bir şehir olmalı," dedi Tolga. Burak sevecenlikle tebessüm etti. "İstediğin zaman gideriz. Seve seve gezdiririm."
"Çok mutlu olurum." Tolga'nın bu nazik cevabı Ebru'yu çokça etkiledi. Başını hayretle aşağı yukarı sallamaktan çıldıracaktı bugün artık. "Bir maça da gidersin artık oradayken. Evde kuduruyorsun."
Bu sefer Tolga Derin gibi omuz silkti. "Tabii ki de. Oraya kadar gidersem onu da yaparım. İngiltere'nin en iyi takımlarından biri."
"Ben üniversitedeyken deli gibi ligi takip ederdim. Sıkı bir Manchester taraftarıydım. Hala öyleyim aslında ama eskisi gibi maçlara giderek takip edemiyorum tabii... Eğer gidersek mutlaka ona da gideriz ama. Sözüm olsun."
Tolga mutlulukla gülümsemekten kendini alamadı. Derin'se hala çenesi elinin üstünde, resmen âşık olmuş gibi Burak'a bakıyordu. Ebru kızının Burak'a bakışlarını izlerken kendini zor tutuyordu. Kahkahalar ata ata gülmek istiyordu.
"Bu işi benim için kolaylaştırdığınız için gerçekten çok teşekkür ederim. Kesinlikle anneniz sizinle ne kadar gurur duysa az. Göreceksiniz, zamanla çok iyi birer arkadaş olacağız."
Burak sözlerinde fazlasıyla içtendi. Gözlerinin içi gülerek bakıyordu iki çocuğa da. Ebru da duyduklarının etkisinde bir halde aşkla Burak'a baktı. Bugün kendini iyi hissediyordu. Psikolojisi Burak'ın ailesiyle olan felaket toplantısından beri hiç böyle iyiye gitmemişti. Çocuklarının bu fikri benimseyişleri, Ebru'yu ikinci bahar denen şeyin mümkün olduğuna her geçen saniye biraz daha inanıyordu. Buraya gelirken zihnini kara bir duman gibi kaplayan tüm o kötü hisleri geçici bir süre defetmeyi başarmıştı. Şu an için düşünebildiği tek şey ileride Burak'la ve ailesiyle nasıl mutlu olacağıydı. Gerisini bu duygusal bağları sayesinde atlatabileceğini düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEL GÜNLER KULÜBÜ
RomanceKerem: İyi bir avukat, deli dolu bir insan, mükemmel bir arkadaş. Bahar: Enerjik kişilik, sabırlı karakter, mükemmel bir arkadaş. Çağatay: Keza iyi bir avukat, esrarengiz sempatik, mükemmel bir arkadaş. Ebru: Süper anne, daimi bekar, mükemmel bir ar...