Gözlerimi açtığımda kendimi dört tarafı aynalarla kaplı bir odada buluyorum. Gözlerim istemsizce odayı incelerken yansımama takılıyorum.
Yüzüm daha önce hiç olmadığı kadar solgun ve halsiz. Serbest bıraktığım saçlarım beni olduğumdan daha olgun gösteriyor.
Dikkatimi başka bir şeye çevirmek istiyorum çünkü bu halimi sevmiyorum. Şu an aynada bana bakan kızın sabah aynada gördüğüm çarpıcı kızla hiçbir benzerliği yok.
"Seç." diyor sert bir ses.
Önümde sivri uçlu kalın bir bıçak ve bir paket kurutulmuş et duruyor.
Neler olduğuna bir anlam veremiyorum fakat bilgelik içgüdüm o anda devreye giriyor. Bir şeyi seçmek insanın karakterinin tamamını yansıtmaz. Fakat belli bir kısmını belli eder. İnsanlar yaşadıkları olaylara nasıl tepki veriyorlarsa ve sadece o zaman için bile olsa hangi kimliğe bürünmeyi seçiyorlarsa kişiliklerini ister istemez yansıtırlar.
Ve benim şuan tek bir seçim hakkım var.
Ya et ya da bıçak.
İkisi de beni aynı sonuca götürecek olsa bile aslında sonuç aynı olmayacak.
Bu bir aldatmaca.
"Hayır." diyorum gür bir sesle. Bağırmıyorum çünkü heyecanımı kontrol etmem gerek.
Bu sadece bir aldatmaca. Beni tek bir şeye sokabilmek için yapılan bir oyun.
Eğer bir şey seçmezsem bu oyunada düşmem.
Sakin olmalıyım.
Aklıma Bilgelik'te babamın ben sınava girmeden önce söylediği bir söz geliyor.
Duygularının mantığının düşmanı olmasına izin verme.
Duygularım beni yönetmemeli.
Mantık her şeydir.
Ses-kimin sesi olduğunu bilmiyorum, simülasyonlarda dikkat dağıtmamak amacıyla ses değiştirme programı kullanılır-yine düz bir şekilde "Seç." diyor. İrkiliyorum.
Tek bir seçim hayatımı ne kadar etkileyebilir? Simülasyon sonuçlarımız seçimlerimizi etkilemiyor. Yine de neden bu kadar korkuyorum? Bilgelik'e ait olmadığım için mi? Yoksa içimde dışarı çıkmayı bekleyen Cesur'un beni ele geçirmesini istemediğimden mi?
Bakışlarım yine et ve bıçağa takılıyor. İkisi de birbirinden çok farklı şeyler. Birini seçsem bile ne işime yarayacak? Belki de ortak yönlerine odaklanmalıyım.
Aklımda kısa zaman sonra -ki sayısı oldukça fazla- beni bekleyen seneryolar geliyor. Yine de ikisinden birine nasıl bir durumda ihtiyaç duyabilirim?
Başım zonkluyor. Elim istemsizce ağrıyan bölgeye kayarken sorular beni içine çekiyor.
Ben ne yapacağım?
"Hayır." diyorum daha fazla düşünmeden. Çünkü ne kadar düşünürsem cevap benden o kadar uzaklaşacak. Karar vermeliyim.
"Seç."
İçimden sesin kime ait olduğunu bilmememe rağmen sesin sahibine yumruk atmak geçiyor. Sinirlenmeye başlıyorum.
"Zamanımı boşa harcama artık." diyorum ukalaca. "Cevabım değişmeyecek."
"Sen bilirsin." diyor. Sesin soğukluğu kanımın donmasına yetiyor. Karşımda iri yarı bir köpek beliriyor. Koyu renk ve gür tüylerine rağmen kapkara gözlerini gayet net seçebiliyorum. Buna hırsla birbirine çarpan dişleride dahil.
Köpek bana doğru koşmaya başlarken kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor.
Ve ben kaçmaya başlarken aklıma bıçağın ne işe yarayabileceği dank ediyor. Ya da etin. Ukalalığımın bedelini canımla ödeyebilirim.
Tabi bunun bir simülasyon olduğunu bilmeseydim.
Tökezleyerek yere düşüyorum. Köpek üstüme sıçrarken ben kafamı ellerimin arasına alıyorum.
Düşün.Düşün.Düşün.
Seni öldürmek isteyen bir köpekten nasıl kurtulabilirsin?
Köpekler korkunun kokusunu -imkansız gibi görünsede- alan yaratıklar. Bu da demek oluyor ki korkumu kontrol altına almalıyım. Nasıl yapacağımı bilseydim bu daha kolay olurdu tabi.
Köpeğe doğru dönüyorum. Gözleriyle temas kurmamalıyım. Bu onu kızdırabilir.
Aradan birkaç dakika geçiyor. Köpeğin suratıda kalbimin ritmiyle birlikte normale dönüyor. Yine de yanıma doğru gelirken biraz ürküyorum. Fakat yanağıma sulu bir dil darbesi attığında korkum kayboluyor.
Ayağa kalkarken "Hiçte kötü bir köpek değilsin ha?" diyorum. Ve ardından kahkaha atıyorum.
Sonra hemen karşımda küçük bir kız beliriyor. Yandan örgülü saçları hopluyor. Köpeğe doğru koşuyor.
Ona dur diye bağıramadan köpekten ona doğru koşuyor. Fakat iyi niyetle değil.
Dişleri öfkeyle parlıyor.
Son sürat köpeğe doğru koşuyorum ve üstüne atlıyorum. Köpeği yakaladığımdaysa etraf kararıyor.
Farklı bir simülasyona geçiyorum.
Sönmeye yüz tutmuş bir sokak lambasının aydınlattığı dar bir caddede buluyorum kendimi. Etraf tüylerimi diken diken edecek kadar ıssız.
Kolumu biri kavrıyor. Refleks olarak kolumu var gücümle çeksemde beni tutan kişiden kurtulamıyorum.
"Bak şuna." diyor karşımdaki kadın. Üzerinde gri ve çok pis sayılabilecek bir t-shirt var. Altında ise siyah bol bir eşorfman. Elindeki gazetede bir yeri gösteriyor bana. Gazeteye bakıyorum ve ukala görünüşlü bir Eveleyn'le karşılaşıyorum. Bu onunla ilgili bir haber.
"Tanıyor musun bunu?" diyor kadın yine.
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Eveleyn Bilgelik başkanı olduğu için herkes tarafından saygı gören biridir. Fakat kadının ses tonundan ürküyorum. Sanki Eveleyn bir katilmiş gibi konuşuyor.
Kadının gözleri suratımda geziniyor. Bakışları tenimi delip geçiyor. Mümkün olmadığını bilmeme rağmen canım yanıyormuş gibi hissediyorum.
Kolumdaki eli bileğimi sıkıyor. Bu hareketi kemiğimi sızlatıyor.
"Hayır." diyorum titrek bir sesle. Kadın tatmin olmamış gibi sorusunu yinelerken öksürüyorum ve daha gür bir tonda "Hayır." diyorum. Sesim biraz daha tatmin edici çıkıyor.
Kadının bu sefer gözlerinden yaşlar boşalıyor.
"Anlamıyorsun." diye hıçkırıyor. "Onu tanıyorsun biliyorum." Göz yaşları yüzünden boynuna doğru akıyor. Tuhaf hissediyorum.
Kadının yüzüne boş boş bakıyorum. Hiçbir şey demiyorum. Diyemiyorum.
İçimden kadına yumruk atmak geçiyor. Nedenini bilmiyorum.
"Bırak beni," diye bağırıyorum. "Tanımıyorum işte."
Kadın kolumu bırakmıyor. Bunun yerine "Beni kurtarabilirsin." diye fısıldıyor. "Bu kadını tanıdığını söylersen beni bu sefil hayatımdan kurtarabilirsin."
Yardım etmek istiyorum fakat mantığım buna alıkoyuyor.
Bu bir aldatmaca.
"Eh," diyorum kadını sertçe iterken. "Tanımıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuz | A Divergent Fanfiction 1
FanfictionOn altı yaşına gelen Clair Strayder beş farklı topluluğa bölünmüş olan Chicago'da Bilgelik topluluğunda yaşamaktadır. Her yıl düzenlenen topluluk seçimi törenleri çok yaklaşmıştır ve Bilgelik'in başkanı olan ve aynı zamanda Clair'in arası pekte iyi...