Mutluluk...
Yalnızca bir kelime...Nasıl olurdu da bir anda tüm dünyanı başına yıkıp aynı zamanda tekrardan eski haline getirebilirdi ki? Açılmamış taze yaprakların hüznüydü kalbindeki, sevilmemiş bir asudeydi o. Mutluluğu her zaman başkalarında arayan, her defasında da düşen hüzün yağmurlarıyla tükenmiş bir bedendi sadece. Şu an ise hayatının ona oynadığı yalancı oyunla meşguldü. Tüm hayalleri kaybolup, geri gelemeyecek kadar uzakta olan bir çocuktu daha. Yılların hüznü kalbine dolup taşmıştı artık.
Üzerindeki boyuna uygun, kendi istediği gibi tasarlanmayan, çok abartılı olan, aslında içi siyah dışı beyaz olan gelinliğe baktı. İçindeki siyah silueti görebildiğinden Zehra'ya siyah gelinlik gibi geliyordu. Siyah gelinliğinin duvağını yukarı kaldırıp aynadaki sahte yansımasına baktı. Aynanın içindeki kızın kendisi olmadığını biliyordu. Elini aynadaki hüzünlü yüzüne dayadı. Gözünden akan bir damla gözyaşına engel olamayıp serbest bıraktı. Madem kendisi tutsaktı gözyaşları özgür olabilmeyi öğrenmeliydi. Yaşının verdiği duru bir hassasiyetle makyajının akmasına bile aldırmadan içinden geldiği gibi ağlamaya başladı. Makyajından akan her bir parça bedenindeki kirli bir parçayı atıyordu sanki. Tekrar temiz, masum haline geri dönmek istiyordu. Ağzından çıkan her sessiz hıçkırık karanlıkların içinde hapsolan bir kuş gibiydi. O kuşu tekrar hürriyetine kavuşturmak istiyordu. Çünkü içindeki tek beyaz kuşun sevgi olduğunu biliyordu ama ona aldanmayacaktı asla. Sevginin gücünü şimdi ona yapılan zoraki evlilikle görebiliyordu. Bir daha ne sevgiye ne de sevginin tonlarına asla aldanmayacaktı.
Annesi elini kızının çökmüş omuzlarına dayayıp kendisine doğru çevirdi. Zehra'nın masum yüzünü avuçlarının içine alıp kendi yüzünün hizasına getirdi. "Ağlama Zehra'm."diyebildi sadece.
Zehra ise hıçkırıklarının arasından "Anne, babam beni sevmiyor mu?" diyebildi haykırırcasına. Hıçkırıklarının arasından bir girdapa saplanıpta kurtulamaz hale gelmişti âdeta.
"Tabii ki seviyor kızım," Annesinin daha fazla tutsak kalamayan gözyaşları bir nehir gibi yanaklarından süzülmeye başlamıştı. O da aynı kaderin kurbanıydı çünkü. Daha on dört yaşındayken adaletsiz bir şekilde zorla evlendirilmişti. Töre denilmişti sadece onlara. Evlilik yaşı geldi mi evlenmek onlar için şarttı.
Töre zehirli bir hançer gibi Latife Hanım'ın göğsüne saplanmıştı. Şimdi de tatmin olduğu bedenden çıkıp masum bir kıza saplanmıştı ve aynı yaranın kalıcı izlerini bırakmıştı. Onu bu boş hayattan, kötü emellerden uzak tutmaya çalışmıştı ama yapamamıştı. Haşim Ağa için sadece amaçsız gelenekleri vardı.
"O zaman neden ben de diğer çocuklar gibi değilim? Neden ben de onlar gibi okula gitmeyip zorla evlendiriliyorum? Anne ben daha on üç yaşındayım!" Zehra içindeki nefreti, acıyı daha fazla tutamıyordu. Babasını o denli sevmesine rağmen aynı sevgiyi görememesi kalbini acıtıyordu. Elini yumruk yapıp göğsüne koydu ve kalbinin derinliklerinde mahsur kalan son hıçkırığını serbest bıraktı. Kalbindeki acıyı bir türlü azaltamıyordu. Bazen tutsak etse bile bu acı katlanılamaz oluyordu.
Latife Hanım kendisinin ve kızının gözyaşlarını silip sorusuna cevap verdi fısıltılı bir şekilde. "Kızım gelenek böyle yaşıtların evlendi bile. Elden bir şey gelmez. Mecbur boynunu büküp 'Evet' diyeceksin. Başka çıkış yolu yok."
"Buradan kaçalım anne!"
"Zehra bunu yapamam baban ikimizide öldürür." Kızının minicik ellerini avuçlarının içine alıp öptü. Kızını çok seviyordu ama Haşim Ağa'ya karşı gelemezdi asla. Karşı gelmenin cezasının ölüm olduğunu biliyordu.
"O zaman buradan kaçmama yardım et anne. Ben evlenince mutlu olacağımı mı sanıyorsunuz? Daha o adamı tanımıyorum bile ve duyduğuma göre benden yaşça çok büyükmüş." dedi destek bekleyen bir ses tonuyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜK ADAMIN KÜÇÜK AŞKI (Tamamlandı)
Novela JuvenilO an yalnızca kaçmak istedim. Sanki kaçsam her şey düzelecekte çocukluğumu geri alabilecektim. Artık bu olanlara dayanamıyordum; acıya dayanamıyordum... Önümdeki upuzun yolda koşmaya devam ettim. Terden sırılsıklam olmuş saçlarım enseme kök salmıştı...