Taeyang'ın Eyes, Nose, Lips MV'si yayımlanmıştı ve şarkı yurt genelinde sabit bir döngüde oynuyordu.
Bunların hepsi başlangıçtaydı. Üzerinden haftalar geçmesine rağmen, Jungkook hala zaman zaman Jimin'in MV'yi izlediğini yakalıyordu, genellikle sabahları ya da kimsenin dikkat etmediği yatmadan önceki zamanlarda.
Jungkook o zamanlarda, birkaç ay önce Jimin'in gözlerinin ekrandaki üstsüz, kaslı adama kitlendiği andaki ifadelerini çağrıştıran, bulanık bakışlar yakalıyordu. Ve ilk seferin sadece bir rastlantı olmadığını tahmin etti -anladı-.
Jimin, Taeyang'a aşık liseli kız gibi tutulmuş olduğunun farkında mıydı, emin bile değildi Jungkook, ama her geçen gün her şey daha da netleşiyordu. Jimin'i izliyordu ve kendi düşüncesine panikleyip kepenkleri tamamen kapatmadan önce onun da duştayken bu tür bir şeye benzeyip benzemediğini merak ediyordu. Bu düşünceler, Jungkook'a beynini çamaşır makinesinde yıkama ve temizleme ihtiyacı hissettiriyordu, yavaşça nefes verdi. Taehyung endişe verici bir biçimde prova odasının zemininden ona bakıyordu.
"Daha şimdiden yoruldun mu?"
"Ha? Hayır." Jungkook düşünceyi başından savdı. Silkindi, on dakikalık molalarında suyu gövdesine indirirken.
Taehyung kuşkuyla gözlerini devirdi, Jungkook'un kucağına serilip yattı, başını uyluğunda dinlendirdi. Yukarıya, ona, büyük kahverengi gözleriyle bakarken sanki bir şekilde her şeyi görüyormuş gibi hissettirdi.
"Dağılmış durumdasın."
Jungkook omuz silkti, çünkü Taehyung'a yalan söylemenin hiçbir anlamı yoktu.
"Neler oluyor?"
Karşı odadan Jimin'in kahkahaları dikkatini çekti, eli Hoseok'un omzunda, vücudu gülmekten iki büklüm olmuştu.
Cevapladı. "...Bilmiyorum."
"Hımm." Taehyung, Jungkook'un kucağından çekilmedi, gitmedi de ama alçaldı. "Bugün gerçekten terlisin," gibi bir yorumda bulundu, saçlarının yüzüne yapıştığı yeri, alnını süzerken, burnunu buruşturdu.
Jungkook gülümsedi çünkü bu tam da Taehyung-ça bir konu değiştirme tarzıydı. Bunun için minnettardı. "Sen de."
Junkook'un yanağını çimdikledi, gülerek, nihayet oturur pozisyona geçti.
"Hyung'u kontrol edeceğim bi. Ölü görünüyor." Tek başına sırt üstü yatan Yoongi'yi eliyle işaret etti. Jungkook o gittikten sonra, arkasından başını salladı.
Jimin, aniden Jungkook'un yanında ortaya çıktığı zaman Yoongi'nin muhtemel cesediyle alay ediyordu. Kafası hafifçe eğik halde yerde bağdaş kurarak oturduğunda, kaşları Jungkook'un ifadesinde bir şeyler okumaya çalışıyormuş gibi tek çizgiydi.
"Üzgün görünüyorsun."
Jungkook kollarını göğsünün üzerinde bağlamak yerine, dramatik bir şekilde iç çekti. Tüm zamanınızı aynı altı adamla geçirmenin dezavantajı, herkesin kahrolası derecede sezgisel -sezgi yolu ile anlaşan insanlar- hale gelmesi, diye düşündü Jungkook.
"Üzgün değilim."
Jimin, Jungkook'un perçemlerini alnından süpürdü, elinin ardını birkaç saniye alnına dayayarak, sordu. "Hasta?"
"Hayır, hyung."
Jimin'in elini iterek, yanaklarının ve alnının sadece az önce dans ettiği için sıcak olduğuna onu ikna etti. Botlarının altındaki ahşap zemine baktı ve bazen, Jimin'in çevresinde olmanın güneş yanığı olmakla neredeyse eş değer olduğunu düşündü. Cildini, bir yaz sirkindeki elma şekerlerinin tatlı parlak kırmızı renginde kızartan bir güneş yanığı. Gözlerinin altında o kadar çok ter vardı ki, boynunun arkasının da hissettirdiği kadar kırmızı olmamasını umut ediyordu.
Çileden çıkarıcı ve can sıkıcı olmakla beraber çoğunlukla utanç vericiydi. Yıllar geçmişti ve Jungkook hala Busan'da bıraktığını düşündüğü utangaç çocuğa, o haline geri çekiliyordu. En küçük bir düşkünlük, sevgi belirtisinde kendini geçici olarak kapatıyor, cildinde parmaklar gezindiğinde buz ile kaplanıyordu - donuyordu-. Bu durumun farklı olduğu tek zaman, ışıklar söndürüldüğünde, yorgunluktan uçtuğunda veya adrenalin sarhoşu olduğundaydı. Ve, o zamanlar, kendisiyle aynı sınırlı alan içerisinde nefes alan, kendisine yaslanan birine sahip olmanın ne kadar iyi hissettirdiği haricinde başka hiçbir şeyi göremez ya da düşünemezdi.
"Daha sonra, dondurma yemek ister misin? Ben ısmarlayacağım." Sırıttı Jimin. Jungkook ona bir şeyler söylemeyi reddettiğinde Jimin'in yiyecek satın almayı teklif etmesi ilk değildi. Neredeyse bir oyun gibi hissettiriyor, gayri ihtiyarı -içgüdüsel olarak- onu gülümsetiyordu. "Tamam."
"Bana hiçbir zaman dondurma ısmarlamayı teklif etmedin, öyle olsun!" Taehyung hoşnutsuzca karşı odadan bağırıyordu. "Onu özel kılan ne?"
Jimin'in gülümsemesi hızlı ve parlaktı. "O, sevimli." Açıklamasını yaptı, Jungkook'un bacağını okşayarak.
"Ve, ben değilim?"
"Tae..." Jimin gülümsedi, ancak bir şey söylemedi.
"Kırıldım."
Jimin yine gülümsedi. Avuç içi Jungkook'un bacağına doğru kaydı, parmakları şimdi dizinin hemen üstünde dans ediyor ve tenini güneş yanığı gibi ısırıyordu.
Taehyung ile Jimin ileri geri atışırken, Jungkook, Yoongi'nin karşı odadan bakışlarını yakaladı ve nedense bu durum onu gerdi. Yüzündeki ifade boştu, sanki bir şey biliyormuş ancak mümkün olduğunu düşünmüyormuş ifadeli gözleri, Jimin'in elleri ve Jungkook'un yüzü arasında yolculuk etti, Jungkook'u daha da terletti. Tek bir ifade değişikliği olmaksızın, sırıtmaksızın, kaşlarını kaldırmaksızın yüzünü yana çeviren Yoongi'ye bakakaldı. Ve, bu bir şekilde, ona Jimin'le uyuduğu için açık sözlülükle sataşmasından daha kötüydü. Daha kötüydü çünkü bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
girdap
FanfictionJeon Jungkook'un değişimi, büyümeyi ve bir arkadaşa âşık olmanın güçlüklerini öğrendiği hikâyesi.