Albümleri iki hafta içinde piyasaya çıkıyordu ve Jungkook'a Jimin'den uzak durmak daha da güç geliyordu.Diğerleri hâlihazırda farkına varmamış olsalar bile artık gözlerinden kaçmamaya başlamıştı; Namjoon karşı odadan ona vurucu bakışlar atıyor ve Taehyung, o, Jimin'i her arkasından yakaladığında, kavradığında kaşlarını imalı şekilde kaldırıyordu. O an, Jungkook çenesini Jimin'in omzunda dinlendiriyordu, elleri kalçasına dayanmıştı ve diğer üyelerin bakmalarına aldırış etmiyordu. Yoongi gözlerini devirdi. Jungkook, her şeyi itip defeden basit bir çocuk olduğu zamandan bu yana işler değişmişti.
"Peki, ne, şimdi siz bir şey misiniz?" sordu Taehyung, çekim arasında yalnız kaldıklarında.
Fotoğraf albümü çekimleri için meşgullerdi, ancak grup çekimleri başlayana kadar anlık moladalardı. Diğer üyeler yemeleri için hazırlanmış çerezlere, meyvelere atılmıştı ya da küçük gölün etrafında dolaşıyorlar, kiraz çiçeklerinin dallarından nasıl düştüklerini ve yüzeyde yüzdüklerini seyrediyorlardı. Jimin uzakta fotoğraflarını çektiriyordu ve Jungkook, onun ağaçların altında başını nasıl eğdiğine, gözlerini kapatma biçimine ve dudak kısmına bakıyordu.
Taehyung parmaklarını şıklattı.
"Hey, bir soru sordum."
Jungkook uzağa baktı. "Hayır, aptal olma."
"Bu, o kadar aptalca değil."
Taehyung, yürümeye başlayıp, üzerinde durdukları kayanın tepesine tırmanan Jungkook'u takip etti. Jungkook onu görmezden geldi, çiy ile ıslanmış çimenlerde ayaklarını sürüyerek yukarı doğru ilerledi.
"Yakındınız," dedi bir hışımla Taehyung, tepe daha da dikleşiyordu. "Birden fazla şekilde, ne demek istediğimi anlıyorsun."
Jungkook yürümeye devam etti.
"Sen, sen gibi değilsin, Kookie. Herkes farkında."
"Ne söylememi istediğini bilmiyorum, hyung." Durdu, tepenin ucundaki çimlerin üzerine oturdu. Parmakları yumuşakça çimlerin içinden geçiyor, bahar yeşili içinde gidip geliyordu ve aralarda gelişigüzel topraktan çıkmış yabani otları ayıklıyordu. Hava nemliydi ve cildini hafifçe ıslatıyordu. Tepeden herkesi görebiliyorlardı.
Taehyung yanına oturdu.
"Ben bile neler olduğunu bilmiyorum." İtiraf etti Jungkook.
"Belki de öğrenmelisin."
"Ah, evet," alayvari bir üslupla devam etti, "Şimdi gideceğim ve ona kariyerlerimizi riske atıp benimle çıkmak isteyip istemediğini soracağım."
"Demek istediğim bu değil." Taehyung ciddi bir şekilde cevapladı.
Ve Jungkook, bütün zamanların dışında, o an da ciddiyeti seçmek zorunda olduğu gerçeğinden nefret etti.
"Öyleyse ne yapmam gerekiyor?" Kanat çırpacakmış gibi kollarını iki yana açtı, yumrukları toprağın üzerine, aşağıya indi, bir uğur böceğini korkutarak kaçırdı.
Taehyung, kolunun ön kısmını elleriyle tuttu, kafasının üzerinden kendi omzuna atmak için eğildi. Bir şey söylemeden önce bir süre orada kaldı, parmakları Jungkook'un derisini parlatır gibi aşağı yukarı ovuyordu.
"Bilmiyorum, ama o sen olmalısın. Jiminie gerçekten hiçbir şey yapmayacaktır, biliyorsun?"
"Evet," Jungkook ona karşı rahatladı. "Biliyorum."
Her zaman, Jimin'in sadece geri geçilmek için geldiğini, sonunda yine geri çekilmek için kendisine eğildiğini düşünüyordu. Aylarca ve aylarca kelimeler dile getirilmemişti. Jimin güvenli oynuyordu, bir şeyleri zapt ediyor, vaziyeti koruyordu. Ve, Jungkook bir şeyler yakalamayı bekliyordu, yarattıkları mükemmel yalanın bir an önce parçalara ayrılmasını istiyordu.
"İşte bu yüzden, benden daha iyi bir insan."
"Ha?"
"Çünkü o asla..." devamını getirmedi Jungkook, yerine bir yığın çimen avuçladı, kökünden ve dünyadan söktü.
"Ne yaparsan yap, bunu artık durdurabileceğini düşünmüyorum."
Aşağıdaki üyelere baktılar, Seokjin onların yerini saptadığında el sallamaya başlamıştı, birkaç menajer de katılmıştı el sallamaya. Grup fotoğraf çekiminin zamanı gelmiş olmalıydı.
Taehyung kalktı ve bir elini Jungkook'a önerdi. Eli tuttu, kendisini yerden çekmesine izin verdi, şortundaki çimleri süpürdü.
"Boku yedin, Junkook-ah. Şimdi, akışa bırakmanın zamanı."
Jungkook sevimsiz kelimelerin seçimine gözlerini daralttı. "Güven verici tavsiyen için teşekkürler."
"Bu yüzden buradayım," Taehyung sırıtarak, arkadan sırtına hafifçe vurdu. "Hadi gidelim."
Kiraz çiçeklerinin altındaki diğerlerine katıldılar; her şey taze ve parlaktı, hafif sabah sisi üzerlerinde asılı duruyordu. Jimin, yoğun dudak parlatıcılı gülümsemesiyle düşük ağaç dallarının üzerinde oturuyorken, onu, el işaretleriyle çağırdı. Jungkook, ormanda büyülü bir şey tarafından yanlış yönlendirilen bir çocuk gibi hissediyordu. Jimin mavi ışıkta parıldıyordu ve o, uzanıp dokunmak istiyordu.
"Önce bizim çekimimiz, daha sonra grup," diye açıkladı Jimin, daldan aşağıya sarkan ayaklarını sallarken. Jungkook, kalp küt kütlerinin altından, yukarı doğru, ona baktı ve kalp çarpıntısı çekmeyen bir kişi gibi davranmaya çalışarak başını salladı.
"Süper."
"Jimin-ah, Jungkook-ah!" Fotoğrafçı el ile işaret ediyordu, sesi kaba ve gürültülüydü. "Çekiminiz için gölün öbür tarafına geçeceğiz."
Jungkook düşüncesizce yürümeye başladığında, Jimin sıçradı, dirseğinden tuttu ve ona öncülük etti. Onlar, ötelerindeki tarlaya yürüdükçe, çimler daha da kalınlaştı ve uzadı. Yusufçuklar sessizce uğulduyordu, hafif serin esintide soluk pembe taç yaprakları ağaç dallarından yavaşça hareket ediyordu. Jungkook ürperdi, çıplak kollarındaki tüyler dikildi, ve Jimin, içgüdüsel olarak biraz daha yakın yürümeye devam etti. Saçlarında kiraz çiçekleri vardı. Jungkook, bunun bir şaka ya da rüya olabileceğini düşündü.
"Bir Shoujo Manga'sından -kadınlar için hazırlanan manga türü- çıkan bir kız gibi görünüyorsun," diye yorum yaptı Jungkook, taçyapraklarını Jimin'in saçından uzaklaştırırken.
Düşen çiçeklere, fark etmemiş gibi baktı ve güldü, Jimin.
"Sonra, bizi bisikletinle yurda geri götürecek misin?"
"Biraz uzun sürebilir," sırıtarak geri döndü Jungkook, ayakkabılarının altında hışırdayan çimlere bakarak.
Etraflarında birdenbire sarı çiçekler ortaya çıkmaya başlamıştı, gördükleri tek şey sarı altından bir tarla olana kadar yürüyerek üzerlerinden geçtiler. Fotoğrafçı, onları ortaya doğru yönlendirdi, Junkook'un sinirlerini sıkıştıran pozlar vermeden önce birkaç deneme çekimi yaptılar. Fakat, Jimin uzaktaki göl gibi sakin ve durağandı, bu yüzden Jungkook sırtını ona karşı sabitleyerek durmaya çalıştı, başını kısa oğlanın omzuna geri atarken yavaşça nefes aldı ve Jimin de aynı şeyi yaptı. Yanağı soğuktu, hemen hemen kendininkine dokunuyordu. O yanağın dudaklarına karşı nasıl hissettireceğini bilmek için başını yana çevirmek istedi. Çok kolay olurdu.
Klik. Klik. Klik.
Kameranın deklanşör sesi onu uyandırdı. İkisini de yutacakmış kadar büyük gökyüzüne gözlerini açtı, kendilerine şakıyan kuşlara baktı. Jimin, elini hafifçe dürttü ve deklanşörün sesi daha yüksek çıktığında birlikte yeni bir poz oluşturdular, birbiri peşi sıra yeni pozlar, kalpleri daha hızlı atıyordu.
Alnını Jimin'in sırtına yasladı ve onu istediğini biliyordu. Onu istiyordu. Onu istiyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/117718916-288-k849846.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
girdap
Fiksi PenggemarJeon Jungkook'un değişimi, büyümeyi ve bir arkadaşa âşık olmanın güçlüklerini öğrendiği hikâyesi.