Bölüm 28

3.9K 394 49
                                    

           
Sonraki sabah abartmaksızın hatta açık ara hayatının en kötü sabahıydı.

Dili uyuşuk ve kuru bir şekilde uyandı, ağzına yayılmış bakterileri hakikaten hissedebiliyordu. Boğazındaki kabarcık gibi şeyin kusmuk olduğundan emindi, tek bir kasını hareket ettirmesiyle bütün kusmuğun ranzanın kenarına ve muhtemelen Namjoon'un başına da yayılmasından korkuyordu. Sanki ateşi var gibiydi; cildi acıyor, başı ağrıyor, vücudu tek battaniyenin altında bile yanıyordu. Erken sabah ışıklarına gözlerini kısarak baktı ve cennette hoşça karşılandığını düşündü çünkü o an hayatta olması ihtimaller dahilinde bile değildi.

Gördüğü ilk şey odanın diğer tarafında bir sandalyede oturan Namjoon'du, dizlerini göğsüne çekmiş, kitap okuyordu.

"Tanrım, sen misin?" Jungkook boğuk sesle söylemişti, Namjoon yukarı baktı.

"Ölüm senin için henüz gelmedi, Jungkook-ah."

Sızlandı, oturur pozisyona geçti. Bu hataydı, acele etmesiyle başı dönmüştü.

"Kötü."

"Lütfen yere kusma."

Merdivenden inebildiği kadar hızlı sendeleyerek indi. Görüşünde, köşeleri bulanıklaşan oda ona tünel gibi geliyor, aşırı ısınmış iç organları onu kör kör banyoya koşturuyordu. Nihayet tuvalete vardığında dizleri bitap düşmüştü, klozetin kenarlarına tutunup soju kusarken sırtından soğuk terler akıyordu. Yüzünün yan tarafını klozet koltuğuna dayamış olması tiksindiriciydi ancak zaten Jungkook kendisi tiksindiriciydi. Sonraki birkaç gün ya da aylar ya da yıllar boyunca duş altında kıpırdamadan yatmak istiyordu.

Ve, yaklaşık yirmi dakikası duşta uzanması ile sonuçlanmış, alkolü ve muhtemelen bütün organlarını kusmayı bitirdikten sonra küvetin zemininde oturmuştu. Sırtındaki ter soğuktu, onu tekrar, daha insani hissettiriyordu; dünyadaki en mutlu insan gibi değil ancak, uyandığındaki o lağım pisliği hissinden daha insani.

İşi bitti, dişlerini sarf ettiği ekstra kuvvetle fırçaladı, saçlarını kuruttu, içeri girerek hala sandalyede kitap okuyan Namjoon'u böldü ve onun yatağının üzerine çöktü çünkü merdiveni tırmanmak çok fazla enerji gerektirecekti, ve zaten Namjoon da yatağına yatılmasını umursuyor gibi görünmüyordu. Hiçbir şey de söylemedi.

"Ne okuyorsun?" sordu Jungkook, sessizliği doldurmak, kimsenin hakkında konuşmak istemediği, görmezden gelinen aşikâr sorunu aklından çıkarmak için.

"Camus. Egzistansiyalizm ile ilgili."

"Egzersiz ne?"

Namjoon suratını ekşitti. "Egzersiz değil, o—"

Jungkook, ona boş gözlerle, ifadesizce baktı.

"Aslında, boşver." Kitabı sertçe kapattı ve yere fırlattı. "İyi misin?"

"Hayır?"

"Ahh, aptalca bir soruydu, değil mi?"

Jungkook iç çekti. "Bak, hyung, eğer beni daha iyi hissettirmeye çalışıyorsan..."

"Sadece şaşırdım," Namjoon sözünü kesti, omuz silkti. "Bu, sen değilsin." "Pekala," duraksadı, "mutsuz aşk şarkıları dinlemek, herhangi bir konu seni rahatsız ediyorsa yurt etrafında üzgün, amaçsızsa dolanmak, ve—"

"Anladım, hyung."

"Demek istediğim, bir şeyden vazgeçen sen olamazsın."

Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. "Vazgeçmiyorum, bana bitirmek istediğini söyledi."

"Evet, ahmak bir yönetici yüzünden, Jungkook-ah. İkiniz de salak salak hareket ediyorsunuz."

Jungkook'un kaşları çatıldı, vücudu hala iyileşmeye çalışıyordu, ancak sabrı zayıf düşmüştü. "Ne sikim yapmam gerekiyor? Artık beni istemiyor diyorum. Orada değildin."

"Orada olmam gerekmiyordu," Namjoon, Jungkook'un ateşine karşılık verdi. "İkinizi de tanıyorum. Olanlardan sonra, Jimin-ah'ın büsbütün altüst olduğunu, sana hala âşık olduğunu, sadece en iyisini yaptığını düşündüğünü görecek kadar, yeterince iyi tanıyorum." Nefes verdi.

Ve, sonra Jungkook bir şey fark etti. "Hyung." Göğsünü sıkıştırıyordu. "Hiç söylemedim."

"Neyi hiç söylemedin?"

"Onu sevdiğimi," dedi sessizce nefesinin altından. Bunu dile getirmek utanç vericiydi. Tekrar kusmak istedi. "Lanet olsun, söylemeliydim."

"Onu sevdiğinden emin misin?"

Jungkook başını salladı, yutkundu. Tekrar ağırlaşmıştı, ancak alkol ya da akşamdan kalma mahmurluğundan değildi. Kemikleri boyunca ısı yayılıyordu. "Onu gerçekten seviyorum. Kahretsin." Yüzünü ellerine gömdü, ve Namjoon küçük bir kahkaha attı.

"O zaman bir şey yap."

"Ne gibi?"

Ancak, Jungkook elini yüzünden uzaklaştırdığında Namjoon ayrılmak için çoktan ayağa kalkmıştı.

"Bunu, düşünerek sen bulmalısın. Fakat, daha sonra. Şimdi, kahvaltı zamanı."

Jungkook, sızlanarak Namjoon'un yastığına geri düştü. "Ben ne zaman büyüdüm?" hiç kimseye değil ama kendi kendine mırıldandı, ancak Namjoon'un halihazırda yer değiştirdiğini duyabilmişti.

"Adeta -büyümek- sana gizlice sokuluyor, ha?"

Kapıyı açtı, ve Jungkook Seokjin'in mutfakta pişirdiği yumurtaların kokusunu alabildi. Penceresinin dışında gökyüzü yine maviydi, ve o, her zaman ürkek olan, küçük yumruklarının içerisinde tutabileceğinden daha fazla sevgi taşıyan bir oğlana gönlünü kaptırmış, sırılsıklam âşık olmuştu.

Park Jimin'e aşıktı, ve, henüz ondan vazgeçmeyecekti.

girdap Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin