Bölüm 29

4.1K 411 90
                                    




Jimin ilk birkaç gün onunla konuşmadı.

Perişan görünüyordu, gözleri şişmişti. Aralarında, ağızlarından asla çıkmaması gereken ancak söylenmiş çok şeyin pişmanlığı ikisini de bütünüyle yutabilirdi.

Birbirlerini rahatlatamazlardı; birbirleri yüzünden incinmişlerdi.

Jimin bağladığı çaprazlanmış kollarını göğsünün üzerinde tutuyordu, Jungkook başı eğik, düşünüyor, bekliyor, umut ediyordu. O gün farklı bir şey söyleseydi neler olurdu, merak ediyordu. Eğer boğazında hissettiklerini söyleyebilecek cesareti olsaydı neler olurdu, öğrenmek isterdi.

Sadece, durumun iyileşmesini istiyordu.

Karnındaki hafif ağrı hala uzaklaşmamıştı ve zihni, sık sık doğurduğu korkunç derecede baş ağrıları ile bir çelişkiler kutusuydu adeta. Hala Jimin'in duyması gereken, Jungkook'un kalbinin etrafına sıkıca sarılmış halde tuttuğu söylenmemiş şeyler vardı. Ve, Jimin her şeyi bilene kadar vazgeçmeyecekti. Jimin her şeyi bilmeyi hak ediyordu.

Ayrıntılar üzerinde düşünüp karara varmak zorundaydı.

Bir terslik olduğunda, bir üye hasta olduğunda ya da üyeler kavga ettiğinde programları aksayamazdı, bu işler böyledir. Devam etmek zorundadırlar ve sırf bu yüzden devam ederler.

O gün, The SHOW için özel bir yayın çekiyorlardı ve Jimin günün büyük bir bölümü onu görmezden gelmiş, yerine Seokjin'e yapışmıştı. Kendisi ve Jungkook'un kamerada birlikte görünmediğini garanti ediyor, birbirleriyle konuşmak zorunda kalacakları ya da her şey yolundaymış gibi davranmalarını gerektirecek bir etkileşim kurmamaya çalışıyordu. Jungkook onları uzaktan izliyor, Jimin'in sahte ve içi boş kahkahaları sonrasında yere dönen gözlerini takip ediyordu. Görünüşe göre, Jimin bu anların hiç birinde gerçekten var değildi.

Jungkook, günün ilerleyen saatlerinde, Jimin'in önünde Run koreografisi aracılığıyla prova yapıyor, bir çeşit konuşma başlatmaya, ona bir şeyler ya da herhangi bir şey söyletmeye çalışıyordu. Jimin onu izliyor, ona bakıyordu. Jungkook da duruma ayak uyduruyor, Jimin'in kendisini izlemesine izin vermeye devam ediyordu. Hatta ceketini omuzlarından gevşeterek kaldırdığında, Jimin'in bakışlarının vücudu boyunca aşağıya doğru gezindiğine yemin bile edebilirdi, belki de sadece hüsnükuruntuydu. Deniyordu, ve Jimin'e her şeyi anlatabileceği, Jimin'in dinlemek için zaman ayıracağı doğru an gelene kadar da denemeye devam edecekti.

Çekim devam ederken, diğer üyeler gergin hallerde ikisine bakmayı sürdürüyorlardı. Atmosfer gerginlik yüklüydü, ve kurnazlık, hiçbir zaman Jimin'in üzerine giydiği güçlü kıyafetlerinden biri olmamıştı, ancak diğer üyeleri sabırsızlandırmaya başlamıştı.

Nihayet, Taehyung çekimin ikinci yarısında, Jungkook'u bir tarafa çekti. Eli, rahatlatıcı bir şekilde omzunu sıktı, ikisini tenha bir köşeye yönlendirdi.

Kaşlarını çatmıştı. "Siz ikinizin, önünde sonunda bir yerden konuşmaya başlaması gerekiyor."

"Deniyorum," diye cevapladı Jungkook, odanın diğer tarafında Seokjin'e bir şeyler anlatan dağınık turuncu saçlara göz gezdirdi.

Taehyung, onun Jimin'e gidip gelen bakışlarını takip etti, rahatsız gözüküyordu; Jungkook, Jimin'in gözleri altındaki koyu halkaları yakından görebiliyordu. "Gerçekten bitti mi? Jiminie bana fazla anlatmıyor."

"Bilmiyorum." Jungkook etrafına baktı, ekipten birkaç kişinin geçmesini bekliyordu. İç çekti. Pek bir şey bilmiyordu. "Karmaşık."

"Ondan sen ayrılmadın mı?"

"Ne? Hayır. Tanrım, hayır."

"Ah." Duraksadı, kafası karışmış görünüyordu. "Bana yalnızca kavga ettiğinizi ve artık birlikte olmadığınızı söyledi." Ne kadar daha söylemesi gerektiğini tartıyormuş gibi tekrar duraksadı. "Geceleri çok ağlıyor, bu yüzden öyle varsaydım."

Jimin'in onlara kadar uzanan kahkahası o kadar sahte tınlıyordu ki Jungkook elleriyle kulaklarına bastırmak istedi. İçinde bir şey çatırdadı. "Hayır ben— hyung, ayrılmak isteyen—" Konuşmasını bitirebileceğini sanmıyordu. "Bir yönetici bizden şüphelenmeye başladı." Jungkook her şeyi açıklıyor, ikisi arasındaki boşluğa fısıldıyordu, Taehyung'un gözleri anlamaya devam ettikçe genişledi.

"Yani Jimin-ah..."

"Evet."

"Ve, hala ondan hoşlanıyorsun?"

Jungkook başını salladı.

"Ve, o da senden hoşlanıyor?"

"Ona sorman gerek." Jungkook yutkundu, ve Taehyung birden iki omzunu da kavradı, gözleri Jungkook'unkilere bakarken genişlemiş ve rica eder haldeydiler.

"Bunu düzeltmelisin."

Biraz afalladı, ancak başını tekrar salladı, bu seferki daha yavaştı. "Deniyorum."

"-Jimin- bütün gece uykumu kaçırıyor. Bu, üst katımda aşk yapmanızdan daha kötü."

O anları aklına getirdi. "Hep, uyuduğunu sanıyorduk."

"Pekala, uyumuyordum, ama her gece ağladığını dinlemek yerine onu tercih ederdim. Seninle gerçekten mutluydu."

Jungkook, anılar karşısında irkildi, acıyla yüzünü buruşturdu, ancak hiçbir şey söylemedi.

"Jungkook-ah, sen, onun insanısın. Ve sanıyorum ki, o da senin. Siz hep böyleydiniz." Bir anlığına yukarı baktı, düşünüyordu. "Bu, herkesin, bulabilecek kadar şanslı olduğu bir şey değil, anlıyor musun? Birbiriniz için önemlisiniz."

"Bütün bunları neden ona da söylemiyorsun?" Sesi titrekti, ve, Taehyung sönen bir ateşi kurtarmaya çalışıyormuş gibi gözlerindeki titrek ışık ile çok ciddi görünüyordu.

"Çünkü, o, muhtemelen sizin için en iyisini yaptığını düşünüyor ve eğer onu geri istiyorsan, onu, en iyisinin bu olmadığına dair ikna etmesi gereken kişi sensin."

Stüdyo ışıkları ve jeneratörler çevrelerinde uğulduyor, ekiptekiler bir uçtan diğer uca koşuşturuyordu, ancak Jungkook ve Taehyung'un dingin konuşması arasında her şey hareketsizdi. Jungkook her şeyi, zihninin arkasında nihayet şekillenen o belirsiz fikri kabullendi.

"Neden bu kadar çok mantıklı konuşuyorsun?" diye sordu Jungkook.

Ve Taehyung hafifçe gülümsedi, omzunu pışpışladı. "Çünkü akıllı olan benim."

Hiçbir şey olmamış gibi uzaklaştı, ve Jungkook, herkesi görebildiği manzaralı köşesinde, önünde karanlığı aydınlatan parlak turuncu saçlı bir kafa ile yalnız başına kaldı. Jimin, hala, kamera arkası görüntüleri çeken kamera için Seokjin ile uğraşıyordu, ve Jungkook fevri düşünerek karar verdi; onlara katılacak, Jimin'i kendisine baktıracak ve onu tekrar gülümsetmeye çalışacaktı.

Onlar konuşurken aralarına çıkageldi. Garipti, mahcup ediciydi, ancak devam etti, bütün utangaçlığını yuttu. Jimin hala onu görmezden geliyor, sadece birkaç kelime söylüyordu ve bu beklenmedik bir şey değildi, ancak Jungkook'u daha da azimli kılıyordu. Jimin, gülümsemelerinden en miniğini verecek olsa bile yine de bir noktada boyun eğmek zorunda kalacaktı, Jungkook kendini inandırmıştı. Durumu, tekrar normale döndürmek için kendini onun önünde mahcup edecek, ihtiyaç duyduğundan daha çok defa en aptal satırları söyleyecekti.

Çünkü, onu, ona dair her şeyi özlüyordu. Jimin'in bunun farkına varmasına ihtiyacı vardı.

Günün büyük çoğunluğunu aldı, Jungkook, birden fazla vesileyle onu ve Seokjin'i rahatsız etmek için yaklaşıyor, sokuluyordu. Ve, ya önlerindeki kameradan dolayı, ya da her şey yolundaymış gibi davranma sorumluluklarından dolayı olsun sonuç olarak Jimin gevşiyor, daha fazla konuşuyor, birazcık daha büyük gülümsüyordu. Onun gülüşünü izleyen Jungkook da gülümsüyordu, henüz tam olmasa bile, ve o an üstesinden gelinmesi gereken her şeyi unutuyor olsalar bile.

girdap Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin