Bölüm 12

6.6K 701 169
                                    




Bu her neyse, hakkında konuşmuyorlardı.

Kelimeler, oyalanmalı bakışlar ve hızlı gülümsemelerle yer değiştirmişti. Bazı günler, oyunlar oynarken nazik dokunuşlar paylaşıyorlar, birbirlerinin göğüslerine doğru gülmek için, bahanelerle birbirleriyle alay ediyorlardı. Diğer günler Jimin odasında sinsice sürünüyor, mesafesini koruyordu ya da Jungkook'u tamamen görmezden gelerek, dikkatleri üzerine çekmeye çalışan bir köpek yavrusu gibi Taehyung'un üzerine tırmanıyordu. Akıntı sürekli değişiyordu, gidiyordu ve geliyordu; tek kural bir şey söyleme idi.

Jimin'in saçları uzamıştı; gülümsemesi öncekinden daha genişti ve gözleri biraz daha parlaktı. Kendini bulmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu, yavaş olsa bile, bazı aksaklıklarla karşılaşsa bile. Bazen, Jungkook büyüyenin sadece kendisi olmadığını unutuyordu.

Ama, o gün, o kadar da iyi günlerden biri değildi; başını suyun üzerinde tuttuğu günlerden biri değildi. Jimin, Jungkook omuzlarına elini atmak istediği her zaman geriye doğru kayıyordu, kameralar gözüktüğünde elinden sakınarak uzaklaşıyordu. Son birkaç aydır, birlikte her şey olmuşlar gibi ya da hiçbir şey olamamışlar gibi görünüyorlardı ve Jungkook, sanki kamçılanıyormuş gibi hissediyordu.

Umut veren her şey gibi parıldayan yeni albümleri hâlihazır yoldayken, stresin kendisine tekrar geri dönmemesini umuyordu. Hepsi, tüm üyeler, albümü sıradan bir marifetten daha fazlası yapmak, kendilerinin bir parçasını içine gömmek ve bir mozaik gibi parça parça bir araya getirmek için kıçlarının üstünde çalışıyorlardı. Hatta Jungkook, gecenin bir yarısı ya da arabada diğer herkes uyuyorken, fikirlerini yazmak için, küçük bir not defteri taşımaya bile başlamıştı.

Jungkook, defterinin kenar boşluğuna çabucak bir not düşerken herkes prova odasındaydı, dans çantası tarafından gizlenen sayfalara hızlıca kargacık burgacık bir şeyler karalıyordu. Günün sonu gelmişti, ama Jimin o gün hemen hemen ona hiç bakmamıştı, odanın diğer tarafında Taehyung'un yan taraflarını dürtüklüyordu. Jungkook defterini kapattı ve çantasındaki pamuktan gri eşofman altının altına gömdü.

"Ne oldu sana?" sordu Yoongi, ona yukardan bakarken.

Jungkook elini saçından geçirmeden önce bir süre dondu. "Hiçbir şey."

"Hı-hı."

Üyeler, hepsi, takip eden saatlerde sonunda yurda döndüler ve Jungkook sessiz kayıt stüdyosuna sığındı, nihayet not defterini bilgisayarın yanına koydu ve kalemini hafifçe masaya vurmaya başladı sanki bir şekilde düşüncelerini daha hızlı üretmesine yardım olacakmış gibi. Geçen hafta üzerine çalışıyor olduğu, biraz tutarlı şarkı sözleri yazılı olan sayfaya gelene kadar, rastgele şekiller çizili -doodle- olan ve herhangi bir anlam ifade etmeyen yarım dolu, biçimsiz sayfalara hızlıca göz gezdirdi. Yazdığını bir daha okumak utanç vericiydi; yazıyı, her gördüğünde çöpe atmak, daha ve daha çok küfür etmek istiyordu.

Gençlik, diye düşündü. Hayattaki en güzel an. Bunlar, onlara yeni konsept için verilen anahtar kelimelerdi; bunlar ilişkilendirilebilir, gerçek şeylerdi. Ve, son birkaç aydır düşünebildiği tek şey kayalık kıyısıydı, Jimin'in ufka karşı küçük figürüydü, ikisinin parmaklarının bir deneye tabi tutuluyormuş gibi birlikte dans etmesiydi. Hayattaki en güzel an.

Kaleminin ucunu defterine doğru sertçe bastırdı, sayfada zaten bulunan kargacık burgacık kelimelerin içine bir delik açtı. Gençlik, aşk, güzellik, sevişmek, sevişmek, sevişmek. Aklında, Jimin ondan uzaklaşıyordu ve bunu düşünmek kalemini kavradığı parmaklarının gevşemesine sebep oluyordu. Dudaklarını büktü, Jimin'in prova salonunda ondan gözlerini kaçırdığı anı, karavanda gülümsemelerini görmezden geldiği anı düşündü. Sayfanın başına, daha önceden yazdığı kelimelerin yer aldığı yere baktı; Aşk bitmez.

girdap Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin