Erken Kasım'ın yoğun ve bulutlu günlerinden biriydi; bütün yapraklar çoktan düşmüş, bitkiler birer birer ölmeye başlamıştı. Herkes ayın sonundaki comebacklerinin hazırlık aşamasında etrafta çırpınıyor, birçok kez yeniden yazılmış olan şarkı sözleri üzerinde dokuz doğuruyor ve koreografiyi mükemmelleştirmek için gecelere kadar ayakta kalmaya çalışıyordu. Bu, bir diğer uykusuzluk, baş ağrıları ve ağızlara peşisıra atılan ağrı kesiciler sezonuydu. Soğuk hava üşütüyor, erken bir kış vadediyordu ancak daha önceden aynı soğuğun kemiklerini istila ettiği zamanlarda bile çalışmaya devam ettikleri bir sürü günleri olmuştu. Yapacak çok iş vardı, hasta olmaya vakit yoktu ve gerçekten yapabildikleri tek şey çalışmaya devam etmekti.
Bu, aynı zamanda, beyni kavrulmuş ve sırtı sızlar haldeki Jungkook'un Min Yoongi gibi bir arkadaşı olduğu için minnettar olduğu bir dönemdi. Yoongi öğleden sonra prova odasına geldiğinde son üç gündür uyumamış gibi gözükür, etrafına sarınmış konforlu ceketiyle Jungkook'u kapıdan gözleyerek "kuzu şiş yemeye gidelim" dedi. Ve Jungkook, yaklaşmakta olan baş ağrısıyla prova odasının aynalı duvarına doğru eğildi, eline üzerini değiştirmek için aldığı birkaç kıyafetle odayı boydan boya geçmeden önce bir saniye bile düşünmesi gerekmedi.
Çok kalabalık olmayan ve eti iyi olan bir mekâna gittiler, normal bir insana birkaç gün yetecek ancak Jungkook'un muhtemelen birkaç dakika içinde tüketeceği kadar yemek sipariş ettiler. Yemeklerini beklerken restoranın en uzak tarafındaki köşe çardağına sıkışmışlar, loş ışıkta saklanmışlardı. Jungkook baş ağrısı daha kötüye gittiği için şakaklarını ovuyordu ve bir yudum suyla birkaç ağrı kesiyici midesine indirdi, çenesini ellerinde dinlendirdi. Pencereden, karanlık gökyüzüne baktı. Yağmur yağacakmış gibi görünüyordu.
"Yapacak çok işimiz var, hyung, neden buradayız?"
"Çünkü, uzun süredir çok çalışıyoruz ve ne zaman ara verileceğini bilmelisin."
"Ara vermek için vaktimiz yok."
"Tabii ki var, şimdi."
Jungkook başını salladı, kendine biraz daha su doldurdu. Mantıklı, diye düşündü. En son gerçek bir yemek yemek için dışarı çıkışı bir ay önceydi. Ya müzik yazmak için stüdyoda kendini tutar, ödevi üzerinde çalışmak için –nadir durumlarda- odasına kendisini kapatır, ya da pekala birçok başka şey yapmak için Jimin'in yatak örtülerinde sığınacak yer arardı. Ödevle karşılaştırıldığında genellikle Jimin galip çıkardı.
"İyi misin?" sordu Yoongi, Jungkook'un masada bıraktığı ilaç şişesine bakarak.
"Evet. Sadece yorgunum."
"Hepimiz yorgunuz."
"Biliyorum," dedi Jungkook, Yoongi'nin gözaltlarındaki morumsu koyu halkaları fark ederek. "Ölü gibi görünüyorsun."
"Sağol, çocuk."
Jungkook kendi kendine sessizce kıkırdadı, ve Yoongi her an uyuyakalabilirmiş gibi çardağın içine doğru arkaya yaslandı. Sessizlerdi; Yoongi genellikle sessizdi, özellikle aklında birçok şey olduğunda. Nihayetinde içinde bulunduğu sersemlikten dışarı çıkana, dirseklerini masanın üzerine dayayana kadar bir süre birbirlerinin boşluğa bakmalarına izin verdiler.
"Jimin-ah ile nasıl gidiyor?"
"İyi," diye yanıtladı Jungkook, telefonunu masada döndürdü. "Gerçekten çok iyi."
Güneş yükselmeye başladığında aynı kâseden kahvaltılık tahıl paylaştıkları o sabahı tekrar düşündü. Jungkook bütün marshmallowları yediği için Jimin deliye dönmüştü ve tartışmaları, yeni bir günün altın ışığı altındaki tatlı öpücüğe kadar sürmüştü. "Kaç ay oldu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
girdap
FanfictionJeon Jungkook'un değişimi, büyümeyi ve bir arkadaşa âşık olmanın güçlüklerini öğrendiği hikâyesi.