14

7.5K 578 31
                                    


bana gelince ben

hazan yüzlü bir adamı aradım hep

bir sonbahar günü beyaz pardesüyle

kapımı çalmasını bekledim.*


Ben evleniyorum.

Bu iki kelime zihninde yankılanırken Nur'un tek yapabildiği hafifçe irileşmiş gözlerle ve duyduğu şeyi kavrayamadığını gösteren boş bakışlarla öylece kalakalmaktı.

Eylül'ün söylediklerini farkında olmadan sürekli sürekli içinden tekrarlıyordu Nur. Ben evleniyorum. Ben evleniyorum. Eylül evleniyordu. Evleniyordu!

Arkadaşı hevesle bir şeyler duymayı beklerken söylediklerinin ona ne yaptığından haberi yoktu. Yüz kesen bir soğukta çok uzun süre yürüdükten sonra sıcacık bir evin kapısında ısınan tüm azalarıyla içine dolan yaşam isteği gibiydi hissettikleri. Sevgilinin gülümsemesinin ucuna tutunup hayata bağlanma isteği gibiydi.

Ve Nur bunu yapabilirdi, göğsünün üzerinde oturan varlığını unuttuğu ve yokluğunu ancak kalkıp gidince anladığı ağırlığı hissetmeden nefes almanın tadına varabilirdi. Bunca zaman içinde hevesle bekleyen umutlarını özgürlüğün insanı kendinden geçiren hissiyatına seve seve bırakabilirdi.

Bütün ihtimalleri eleyince geriye aşk kalıyordu ya, Nur için bir tek Asrın bulunuyordu. Eylül gidince büyüttüğü korkular ölüyordu. Eylül evlenince Nur'un ümitlerine taze kan verilmiş oluyordu.

Mesele Eylül'ün gitmesi de değildi işin aslı, mesele bilinmezliklerin ortadan kalkışıydı. Nur'un ümitlerinin verimli bir toprak bulabilmiş olmasıydı.

Korkuları yoktu, ümitleri ayaklanıyordu. Asrın da bu sevdadan kendini kurtarabilirdi belki. Eylül'ün başkasıyla hayatını geçirmeyi tercih ettiğini görünce Nur'u sevebilirdi. Aralarındaki duvarı yıkmaya cesareti olurdu, o zaman kadın başını adamın göğsünde iyileştirici uykulara yatırabilirdi. Göz kapaklarından öpüp Asrın'ı, çatık olacağını bildiği kaşlarına gülümseyerek rüyalara dalabilirdi.

Belki Asrın da sonunda görebilir, bu ihtimali kabul edebilirdi. Gözlerini ilk defa Nur'a açardı da kadın kalbinin teklemesiyle hala nasıl yaşayabildiğine her zamankinden çok şaşırabilirdi. Kırık kalbinin ucunu Nur'un sevdasına bağlayınca iyileşebilirdi belki. Nefesleri aynı düzene girer, kalpleri birlikte teklerdi.

Asrın da Nur'a sevdalanabilirdi.

Eylül giderse, Asrın bakışlarını daldıkları karanlıklardan çekip Nur'un aydınlığına dikebilirdi. O zaman önlerinde engelsiz bir arazide rüzgarla sarınıp sarmalanmışken hissettikleri bir özgürlük hissiyle, deneyebilirlerdi. Asrın, kahverenginin yeşile karıştığı gözlerinde kadının görse ölümüne sebep olacağını bildiği sıcacık bir bakışla ona bakabilirdi.

Asrın da Nur'a sevdalanabilirdi.

Aşk bazılarından geçerdi. Nur'dan geçmiyordu, birisi kalbine oldukça hain ama zarif bir hamleyle işlemişti adamın adını, suretini, gözlerini... Ama belki, bir ihtimal, Asrın pek de ısrarcı olmadığı sevdasının düğümlerini kalbinden çözebilirdi. Zor olurdu ama Nur onu hiç bırakmazdı. Elleri hep ellerinde olurdu. Çünkü insan, ellerini verecek birini bulamadığında kaybolurdu ancak. Ellerini verecek kimsesi olurdu, Asrın isterse Nur onun her şeyi olurdu.

Yani Asrın da Nur'a sevdalanabilirdi.

Kapanan kapıların yerine yenileri açılırdı. Nur, anahtar olmaya ahir zamandan gönüllüydü.

Kadının kalbinde adamın hiç dokunmadığı kurak araziler canlanabilirdi, o zaman Asrın'ın gözlerinin renginde çiçekler açardı o topraklarda. Nur'un kalbi bereketlenirdi, sevdası bereketlenirdi. Ve her gözyaşı için Nur'un, akacak ve akıtmış olduğu, yepyeni bir gökkuşağı çıkardı içinin derinliklerinde.

Yokluğundaki SenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin