32 - Final/Kısım 3

18.2K 809 260
                                    


Meğer aşk indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu.
Kazasız belasız kurtulmanın imkanı yoktu.*

Berra'nın ince kolları arasından sıyrıldıktan sonra Utku'ya bakıp hafifçe gülümsedi. Dudaklarının yapmacık bir şekilde yanak kaslarını zorladığını herkes fark edebiliyor gibi hissediyordu. Günlerdir süren bu eziyet koca bir ağırlık olarak yüreğine çöküp göğüs kafesinde olmadık bir ağrıya sebebiyet vererek kadının bütün tepkilerini kısıtlıyordu sanki. Gülmek, iyi olduğunu söylemek istiyordu ama tek yapabildiği ne kadar kötü hissettiğini dışa vurmaktan ibaretti. Saklamaya çalıştıkça gün yüzüne çıkıyordu gibiydi.

"Yalnız gitmek istediğine emin misin?" diyen Utku'ya cevap olarak yukarı kattan derin, içli bir ses geldi. Nur gözlerini kapayıp oraya yığılıvermemek için ciğerlerini oksijenle doldurmak zorunda kalmıştı. Biliyordu işte, adam da biliyordu geldiğini. O yüzden kadını karşılamak için sadece ikisinin bildiği bir dilde hoş geldin diyordu.

"Evet." diye mırıldandıktan sonra ikilinin sempati dolu bakışları altında yukarı çıkan merdivenleri adımlamaya başladı. Keşke birisi onlara öyle bakmalarının içini daha da acıttığını söyleseydi. Yardıma ihtiyacı varmış gibi hissetmesine sebep oluyorlardı ki gerçekten vardı. Sadece bunun vurgulanması tek başına yapması gereken bu görevde ona yardımcı olmuyordu.

Buraya gelmek için bir hayli cesaret, geceler boyu gözyaşı ve acılı bir hasret biriktirmişti sinesinde. Yine de hiçbiri o ana destek olmuyor gibiydi. Dizlerinin bağı çözülüyor, adımlarını sabit tutmak için bir hayli güç harcaması gerekiyordu.

Sonunda kapının önünde durduğunda müzik aniden kesilerek ağır bir darbe vurdu kararlılığına. Niçin, tam da bu anda sihirli bir dokunuş gibi adımlarının devamlılığını sağlayan tek şey ondan esirgeniyordu? Bu durum cesaret kırıcı olduğu kadar kalp de kırıcıydı.

Derin bir nefesin eşlik ettiği titreyen elini kapının kulpuna koydu ve düşünmek için bir an daha tereddüt etmeden kapıyı açtı. İşte günlerdir içini sızlatan yaranın sahibi oradaydı. Arkası kendisine dönük, omuzları dik bir şekilde duvarın büyük bir kısmını kaplayan camdan dışarı bakıyordu. Kemanını Nur gelmeden önce bir köşeye bırakmış olmalıydı.

Kadının kalbi hızlı bir hamleyle ileri atıldı, Nur'a öyle geldi ki neredeyse kendi yüreği tarafından fiziksel bir güç uygulanarak adama doğru sürüklenecekti. Sakin durmaya, titreyen ellerini sabitlemeye ve yüreğinin gürültüsünü bastırmaya çalışarak adamın yanına doğru küçük adımlarla ilerledi. Sonunda pencerenin önüne geldiğinde ona bakmak yerine onun gibi yaparak dışarıyı izlemeye başladı. Şüphesiz taklit etmek, yüzleşmekten daha kolaydı.

Utku'ların evinin içinde bulunduğu blok öyle güzeldi ki insanın izlemeye doyamayacağını düşünüyordu dışarıya baktıkça Nur. Tabii bu ölümden dönen kocanızın günler sonra yanınızda dikilmediği ve belirsiz bir geleceğin korkusunun kemiklerinize kadar işlemediği anlarda mümkündü. Fiziksel bir acı bütün vücuduna yayılmıştı o an; kendi kemikleri etine batıyor, kalbi olmadık bir acıyla sızlıyordu. Ona ait olan beden bile Nur'u yere devirmek için uğraş veriyordu sanki.

Yine de garip bir huzurun kendisini ele geçirmediğini söylese yalan söylemiş olurdu. Bir şekilde, koskoca evrende sadece Asrın'ın yanında tamamlanmış hissediyordu. Bir anda korkusu azalmış, telaşı da titrek bir dinginliğe dönüşmüştü. Bütün acısına rağmen hasret ele geçirmişti şimdi kalelerini. Bakışlarını bile kaldırıp simasına doyamıyordu ya hıçkırarak ağlama isteği baş gösteriyordu içinde.

Asrın ise bakışlarını zorlukla sabitlediği noktaya sıkı sıkı tutunmuştu. Sanki bir hareket etse bu anın gerçekliği de büyüsü de bozuluverecek, Nur'u tekrar, en baştan kaybedecekti. Zaten sessizlik, genç adamın yaratılışında vardı. Bu duygu sanki içine henüz daha o doğmadan önce konulmuş, ruhuna işlenmişti. Şimdi, şu anda da tek yapabildiği dudaklarını birbirine bastırarak içinde bulunduğu ruh haline uyum göstermeye çalışmaktı.

Yokluğundaki SenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin