Aynı şey aynı anda hem en sevilen hem en sevilmeyen olduğunda, cümleyle kalbin arası açılmasın da ne olsun daha? Cümle ile kalbin arası açılınca hem cümle hem kalp bulanır. Kalp daralır, cümle kapanır. Kalbinki yetmezliktir, cümleninki kan kaybı.
Derin bir nefes.
Her şey böyle başlıyordu. İnsan önce derin bir nefes alıyordu bütün ihtimallerle savaşarak. İhtimallerin ne olduğunu dahi bilmeyerek; kafasına kırmızı bir kiremit düşmeden o evin altından geçtiği için, yolunu şaşırmış bir meteor tam da gelip evin olduğu yeri isabet almadığı için, vücuduna tümüyle yayılmış bu hissizlik ve başına daha ne kadar dayanabileceğini ölçer gibi baskı yapan bu ağrıyla devam edebilmek için derin bir nefes alıyordu.
Bu yüzden odanın ağırlaşmış havasını ciğerlerine doldururken Asrın Çağan, kırmızı bir kiremitten ya da yolunu şaşırmış bir meteordan daha şanslı olduğunu düşünecek insanlara iç sesiyle histerik, alay dolu bir kahkaha armağan etmekteydi. Acısı kırmızıya bulanmış, yolunu çoktan kaybetmiş bir insandan daha aciz ne olabilirdi ki diyordu içinden. Kıpırdamaya bile mecali kalmamışken, günün hangi saatinde olduğunu şaşırmış bir vaziyette yaşayıp gidiyordu. Arada gözlerini açıp odayı dolduran güneş ışığının parlaklığından, sıcağından vakti anlamaya çalışıyordu. Telefonunun şarjı günler öncesinde bitip sürekli ötmeyi kesmişti, Asrın içten içe buna şükrediyordu.
Sanki o, zamanın elini bırakınca zaman da onu terk etmiş gibi hissediyordu. İnsanların uydurduğu bir düzmeceden kendini azat etmişti ama şimdi kendini insan gibi bile hissetmiyordu. İçi boşaltılmış bez bir bebekten tek farkı aslında reddettiği bütün dünyanın küçük, sinir bozucu bir kıymık gibi her saniye onu rahatsız ediyor oluşuydu. Kaçmaya çalıştığı halde hiçbir yere varamadığını fakat yorulduğunu hissediyordu. Bu yorgunluk zihnini koyu, kalın bir örtü gibi örtüp isteklerine gem vuruyordu.
Tam olarak bilincinde olduğu tek şey yatağın diğer tarafındaki yokluk hissiydi esasında. Gözlerini kızıl bir bahara açamıyordu artık. Kimse daha kötüsü olamayacağını düşündüğü günlere -ki olmuştu, Allah biliyor ya cehennemin kat kat olduğunu öğrenmişti adam, dayanma gücü vererek uyandırmıyordu onu. Nur gitmişti. Şaşırtıcı bir biçimde o gittikten sonra Asrın'ın verdiği bütün bu dayanma savaşı da sona ermişti. Sanki her sabah gözlerini onu daha fazla üzmemek için açıyordu da o gidince kirpiklerini ayırmaya bir daha gücü yetmemişti.
Evin içine garip bir sessizlik çökmüştü. Sanki eşyalar da Asrın'la birlikte yas tutmaya başlamıştı. Nur gidince bütün çiçekler soluvermişti. Demek ki gidişleriyle çiçekleri solduran insanlar da vardı.
Şimdi ayaklar altında ezile ezile bereketini kaybeden bir toprak parçası gibi kimsesizliğinin sonbaharında yavaşça ölüyordu adam bu matem evinin içinde. Başında hiç eksilmeyen bir ağrıyla, göğsünün orta yerinde derin bir sızıyla Nur'un gittiği günleri sayıyordu. Bir. On. Yirmi. Hesabı kaçırınca oturup bir sigara yakıyordu. Sigara bitiyordu, hesap bitmiyordu. Nur bile gitmişti, Asrın nefes almaya mecali zor buluyordu.
Dışarıdan bakınca evliliklerinin bitmesi her şeyin çözümü gibi duruyordu aslında. Asrın'ın bozmak istemediği ihtimali her zamanki gibi Nur sırtlanarak gitmişti. Eylül'e gitse ancak kaderin küçük bir oyunu durdurabilirdi onu. Oysa Asrın gitmek istemiyordu. Adam bozmadığı ihtimallerin ağırlığı yüzünden değil, o ihtimallerin içinde yaşayamadığı için bunalıyordu. Ne Nur ne de evliliğiydi ona eziyet eden, ancak ve ancak kendi varlığı bitmek bilmeyen bir rahatsızlık olarak hala sürüyordu sinesinde.
Bundandı Eylül'ün birkaç hafta içinde evleniyor olmasının bile teninden öteye nüfuz edemeyişi. Asrın öyle tükenmişti, kalbine sevda diye doladığı bile yetmiyordu. Günleri gecelere, tütünü ciğerine sardığı saatlerde artık iyice ıssızlaşmış bu evde adına yaşamak denen bu garip, anlamsız oyunu oynuyordu. Derin bir nefes alıyordu. Yirmi dört yıllık yaşamının ağırlığını bir nefese sığdıramıyordu. Bu kadar genç, bu kadar tükenmiş olmak ağır geliyordu, hadsiz geliyordu. İçinden bir ses kalk diye gürlüyordu, ne ruhu ne bedeni o sese itaat edemiyordu. Gürleyen o ses yavaş yavaş kuytu bir köşede kesik bir iniltiye dönüşüyordu. Asrın o vakit gözlerini açmaya mecal bulamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yokluğundaki Sen
RomanceO gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükten çekip adamın yüzüne baktığında, kendisini her defasında yeniden şaşırtan gözlerini gördüğünde bun...