18

7.6K 565 265
                                    

Yanarak var olmayı kabullenmekle sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaretti bütün hikaye.*

Asrın hangi ara kulaklarının müziği duymayı reddettiğini, ayaklarının ezberlenmiş adımları takip etmeyi bıraktığını bilmiyordu. Sadece karşısında titreyen bakışlarını ürkekçe kendisine dikmiş Nur'un nefes alışverişlerini duyabiliyordu.

Bir şeyler söylemek için ağzını açmaya yeltenmek istedi ama vücudunun kontrolünü bir başkası ele geçirmiş gibiydi. Kelimeler anlamsız harf yığınları olarak zihnindeki kaosun fırtınasında savruluyor, bir türlü bir araya gelip bir cümle sırasına giremiyorlardı.

Bir tebessüm, umursamaz bir omuz silkiş ya da anı geçiştiren aptal bir espriyle aldığı haberi atlatabileceğini gösterebilseydi belki de her şey yoluna girecekti. Ne var ki yapamıyordu, bütün uzuvları, düşünceleri giderek büyüyen bir yangının acısına hapsolmuş gibiydi. İnsan bir anda yığılıp kalacağından korkarken dengesini korumak için ne yapsa onu daha çok kıyıya itecekmiş gibi hissediyordu.

Her zaman bastırabildiğini düşündüğü bu duygular, şimdi intikam alır gibi onu ezip geçiyor, ayakları altında hiç ediyordu. Nur'un kendisine değen bakışlarındaki beklentiyi fark edebiliyordu ama her şey buzlu bir cam tabakanın altında gibiydi. Asrın acısını saklayacak kuvveti ya da zihin berraklığını kendisinde bulamıyor, derinlerde bir yerde kendini toparlamasını söyleyen sese kulak veremiyordu.

Kollarını kadından çekerken dudaklarından küçük bir ses döküldü ama kendisinin bile duyamayacağı kadar sessizdi iniltisi. Belki her şey kafasının içindeydi, bütün bunlar, yüreğindeki bu ağrı, Eylül'ün başkasının olması kafasının içindeydi. Her şey gözlerinin araladığında dağılacak bir uyku bulutundan ibaretti belki de.

Kalabalığın arasından geçerken ihtiyacı olan şeye ulaşmaya çalışıyordu, birazcık hava. Temiz ve sakinleşmesini sağlayabilecek kadar ferah. Tüm müzikten, insanlardan ve yarasının asıl sahibinden uzakta...

Temiz ve serin havaya çıkmış olmak bile birisi zihnini delip geçiyormuş gibi hissetmesine engel olamıyordu. Eylül evleniyordu. Daha önce hiçbir cümlenin böyle öldürücü bir güce sahip olduğunu tecrübe etmemişti adam. Daha önce hiç iradesi böylesine paramparça olmamıştı.

Kendi varlığından rahatsızlık duyuyor, zihninin içindeki uğultuyu bastıramıyordu. Bu kalabalıktan, insanlardan ve gerçeklerden uzaklaşma ihtiyacı göğsünde büyüyen bir oyuğa dönüşüyordu.

Ayakkabıları akşamüstü yağmış yağmurdan dolayı hala ıslak olan asfaltta gıcırtılar çıkarırken nereye gittiğini bilmiyordu. Belki dakikalar, belki de saatler boyunca yürümüştü. Ne zihnindeki uğultudan ne de göğsünde büyümeye devam eden oyuktan kurtulabilmişti.

Zihnindeki sürekli uğultu, bir şeylerin çok ters gittiğini söylüyordu ona ama Asrın'ın düşüncelerini toparlayacak, kendini mantıklı davranmaya itecek gücü yoktu. Eylül evlenecekti. Başka birinin hikayesine dahil olacaktı. Asrın'a ait olmayan bir hikayeye.

Bu düşüncelerin zihnine değmesiyle bile göğsünde hissettiği ağrı güçleniyordu. Adam o an anlıyordu ki kaçmaya çalıştığı bütün bu karmaşa kendi içindeydi. O yüzden adımları ne kadar uzağa götürürse götürsün acısında hiçbir azalma olmuyor, zihni bir nebze rahatlamıyordu.

Acısının merkezi kendisiydi; kara delik gibi her şeyi yutan, kaçışı olmayan, sadece tek yöne, daha derinlere gidebildiği bu karanlık kendi içindeydi. İnsan kendisinden kurtulabilir miydi? Kalbini göğsünden söküp alsa bu hiçliği dindirebilir miydi?

Takatsiz kalarak çöktüğü bankta başını ellerinin arasına aldı, bir yerlerde çıkardığı maskesinin eksikliğini hissetti bir an. Fakat bu bütün o kaosun içinde yalnızca bir salise kadar süren bir dikkat dağılmasından ibaretti.

Yokluğundaki SenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin