O susarken, sigara içerken, bakarken, uyurken, severken, solurken. Sanki bunalımı bile rahatlatıcı. O varken ya da yokken. Teninin bu denli güzelliği sonsuz durgunluktan kaynaklanıyor ve bana bu sonsuz yeryüzünden, yaşamdan ve ölümden daha da sonsuz geliyor. İşte bu duygu nedeniyle onunla olmalıyım, onsuz bile olsam.*
Adam zorlukla gözlerini araladığında birkaç saniye boyunca uykunun açılmış algısını karanlığıyla örtmesini bekledi ama odanın içine arsızca dolan güneş beklentilerini boşa çıkardı. Zihni yavaşça berraklaşırken perdelere vuran ışığın parlaklığından henüz daha sabahın erken saatlerinde olduklarını fark etti.
Nur, yanında, yüzü ona dönük olarak yatıyordu. Saçları boynuna kızıl bir şelale gibi dökülmüştü, gözleri uykunun sessiz huzuruyla kapalıydı. Uykusunda derin bir nefes alarak anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı kadın. Açık renk kirpikleri hafifçe titreşti.
Beyaz tenindeki küçük koyu lekeler, yüzüne, sıklıkla burnuna ve askısının açıkta bıraktığı omzunun büyük bir kısmına dağılmıştı. Asrın bu çilleri sevimli buluyordu; kadın utandığında ya da kızdığında belirginleşiyorlar, güldüğünde kırışan burnunda birbirlerini buluyorlardı.
Nur farkında olmadan ona doğru yanaşıp küçük bir hamleyle başını adamın omzuna yerleştirdi. Elini de karnına koyup iyice Asrın'a sokuldu. Kadının tenine sinmiş sedir ve çiçek kokulu parfümü ciğerlerine dolarken adam da kolunu onun beline doladı ve yanağını saçlarına yasladı.
Nur bunu hep yapıyordu, gün içinde bakışlarıyla bile kızarıyordu her ne kadar Asrın'ın fark etmediğini düşünüyor olsa bile adam fark ediyordu, uyurken ise adama iyice sokulup uykusuna öyle devam ediyordu. Asrın, bunu ona hiç söylememişti. Nedense bu düşüncenin onu rahatsız edeceğini daha da kötüsü şikayet ediyormuş gibi gözükeceğini düşünmüştü.
İşin ilginç tarafı ise Asrın da böyle uyumaya alışmıştı. Kadının tanıdık kokusunu burnunun ucunda duymaya, vücudunun sıcaklığını kendisininkinin yanında hissetmeye alışmıştı.
Biriyle aynı yatağa girmek çok başka bir hikayeydi ama nefeslerinin düzenine alışarak uyumaya başlamayı alışkanlık haline getirmek bambaşkaydı. Bir insanın kalbi ikiye bölünebilir miydi? Birine talihsiz bir arzu, diğerine çıkmaz bir sokak konulabilir miydi? Oysa kalbi yalnız Eylül'ün adını fısıldıyor sanıyordu adam. Her atışında, damarlarına can gönderdiği her seferinde bir tek Eylül diyor diye biliyordu.
Öyleydi de. Aksi takdirde Eylül'ün sonbahara kederi yakıştıranları utandıracak kadar canlı ve güzel kahverengi gözlerini gördüğünde hissettiklerini nasıl açıklayabilirdi ki?
Ne var ki bunları düşünmek sadece geçemeyeceğini bildiği bir duvara ölmeyi değil oradan geçebilmeyi ümit ederek kendisini vurmak kadar saçmaydı. Her şeyden önce Eylül'le arasında kendisi vardı. İnsan kendini kılıçtan geçirip sevdiğine varabilir miydi?
Sabahın bu saatinde oldukça uygunsuz olduğunu düşündüğü bu fikirleri zihninin derinliklerine göndererek sadece ana odaklanmaya karar verdi. Nur'un sakin soluklarının sıcaklığını tişörtünün altından bile hissedebiliyordu. Gözlerini yumarken kadının kendi adını mırıldandığını fark etti ama uyuduğunu bildiği için cevap vermedi. Bir süre, kendi nefesleri Nur'unkilere uyum sağlayıp uyku zihnini ele geçirene kadar öylece yattı.
***
Denizin kekremsi kokusu burnuna dolup rüzgar arsızca saçlarını karıştırırken Nur'un içinden sadece gülmek geliyordu. Çünkü kendini mutlu hissediyordu, sabah Asrın'ın yüzünü görerek uyanmıştı, hava insana zindelik verecek kadar güzeldi ve ilginç bir şekilde Nur'un bütün duygularını dışarı vurmak istediği günlerden biriydi. Kadın bunun sebebini kendine bile açıklayamıyordu, sadece mutluydu. İnsanlar güzel şeyleri oldukları gibi kabul ederlerdi, ümitsizce araştırılan, çaresi bulunmak istenen şey acıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yokluğundaki Sen
RomanceO gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükten çekip adamın yüzüne baktığında, kendisini her defasında yeniden şaşırtan gözlerini gördüğünde bun...