Bölüm 1: Ekip
Ormanın derinliklerinde, yaşlı bir meşe ağacına tırmanıyordu Walcomir. Meşenin en uç dallarına kadar kendini çekti ve sık ağaçların zirvesindeki açıklığa ulaştı. Güneşten yanan gözlerini kırpıştırarak etrafa bakındı.
Masmavi bir gökyüzü tam üzerindeydi. Göğe dağılan bulutlar güneşin önünde cılız bir perde oluşturuyordu. Tırmandığı meşenin yüksekliğini yanındaki diğer uzun gövdeler gizliyordu. Walcomir kahverengi gözleriyle ufku taradı.
Batıda, Lennos Krallığı’nın köylerinden biri duruyordu. Bu küçük köy haricinde yeşil bir örtüden başka bir şey yoktu. Yılların kabuklandırdığı dev ağaçlar, kuzey boyunca uzanıp ormana kudret veriyordu. Lennos Krallığı’nın köyüne olan mesafeyi hesaplamaya çalışarak bir gözünü kıstı. İçinden, Bir... Belki bir buçuk fersah... diye geçirdi. Gökyüzüne son kez baktı ve meşenin sert dallarından kendini aşağı bıraktı.
Dalların arasından bir ejderhanın zarifliğiyle sıyrıldı ve en alttaki dala tutunarak yumuşak bir şekilde yere indi. Uzun süredir yağmurun ulaşmadığı toprak, Walcomir’in şiddetli atlayışına direnemeyip toz kaldırdı. İki ayağının üzerine düşen ve dengesini sağlamak için tökezleyen Walcomir, birkaç adım sonra kendine geldi ve omuzlarını geriye atarak dik bir şekilde yürümeye başladı.
Çok kısa bir yürüyüşten sonra bir açıklığa çıktı ve küçük bir ateşin etrafında oturan arkadaşlarını gördü. Walcomir’in en yakınında, kıvırcık kahve saçlarıyla oturan Sancester, grubun en uzunu ve en irisiydi. Yuvarlak suratı ve eğik bir burnu vardı. Kolları kaslı, omuzları genişti. İri gözleri tombul yanaklarının arasında oldukça hoş duruyordu.
Sancester’in solunda Crangor oturuyordu. Sade bir yüzü, ince, siyah saçları vardı. Hiç şüphesiz grubun en çelimsizi ve en küçük görüneniydi. Ama bundan bir kez olsun şikâyet etmiyordu. Tam tersine bu çoğu zaman işine yarıyordu. Hepsinin yaşı aynı olduğu için kendi aralarında bu yüzden bir tartışma da çıkmıyordu.
Crangor’un solunda Rainen bağdaş kurmuştu. Boyu Crangor’dan bir baş kadar daha uzundu. Ama yine de Sancester’den kısaydı. Normalden büyük burnu onu olduğundan daha karizmatik gösteriyordu. Geniş suratında, siyah saçlarının altında elâ gözleri ışıldıyordu.
Rainen’in yanında bir kütüğün üzerine oturuyordu Archanger. Son derece atletik ve yapılı bir vücuda sahipti. Prensleri andıran gür ve sağlıklı saçları, ince uzun bir yüzü, şişkin elmacık kemikleri vardı. Geniş alnını ve uzun kaşlarını uzun ve düz siyah saçları kapatıyordu. Küçük gözleri ve kemerli burnu, ince dudaklarıyla birleşince son derece çekici ve otoriter bir yüz oluşturuyordu.
Liderlik ve savaş hünerlerini defalarca kanıtlayan Archanger grubun da önderiydi. Katıldığı yüzlerce muharebe, onu ölümcül bir kılıç ustası haline getirmişti. Bunun yanı sıra, yenilgiye uğrattığı düşmanları tarafından da saygı duyuluyordu. Onun savaş meydanında bulunması bile çoğu zaman zafer için yeterli olurdu.
Walcomir hemen Archanger’in yanına oturdu ve halkayı tamamladı. Ortalarında yanan ateş etrafı küçük taşlarla çevreliydi. Ateşin üzerinde duran etler, kanları akarken yavaşça kızarıyordu. Walcomir heyecanla yanan ateşe uzattı elini ve bir et parçasını henüz tam pişmeden çekip aldı. Kemiğinden tutup evire çevire afiyetle yedi. Tam ikinci parçaya uzanırken Crangor merakla sordu. Çocuksu sesi Walcomir ile dalga geçtiğini bile fark ettirmedi: “Ee, bulabildin mi bir şeyler?”
Walcomir o kadar açtı ki yanıtlamadan önce birkaç parça daha yemeyi hayal etti. Oysa tam ikinci parçasını ağzına götürürken, “Evet, kuzey batıda...” dedi. Crangor’un anlamsız bakışından, cevabın yeterli olmadığını düşünerek ağzındaki parçayı çekti ve ekledi: “Lennos bölgesi...” Aceleyle yemeğe döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)
FantasyBaşını gökyüzüne kaldırıp baksaydı bütün mazisinin onu bir yere doğru götürdüğünü görebilecekti. O hengâme anından önceki son anda zaman onun için işlerken o kendisini bütün dünyadan uzaklaştırıp, bütün duygularını ve düşüncelerini aynı noktada birl...