Bölüm 8: Dreth

2.8K 149 7
                                    

Bölüm 8: Dreth

Crangor gözünü açtığında büyükçe bir kayaya oturmuş olan Archanger’i gördü. Avucunun üzerinde çevirdiği bir çift alev topu, ufak parmak hareketleri sayesinde avucunun üzerinde bir yörünge oluşturmasını sağlıyordu.

Yattığı çimlerden kalktı ve Archanger’in yanına gitti. Archanger tüm dikkatini elindeki alev toplarına yoğunlaştırmış gibi görünse de, zihni milyonlarca şeyle meşguldü. Crangor’un başucunda beklediğini bile fark edemeyecek kadar kendini kaptırmıştı düşüncelerine. Artık parmakları ritmik bir hal almış ve istem dışı olarak çeviriyordu topları.

Crangor’un dürtmesiyle kendine gelen Archanger uykusuzluktan kızarmış gözleriyle Crangor’a baktı. Archanger için endişeleniyordu. Son günlerde kontrolü sürekli kaybediyordu. Bir sorun olduğunun bilincindeydi ama ne olduğunu anlayamıyordu. İçeride, ruhunun derinliklerinde bir parça kıpırdanıyordu. Adeta soğuk bir mühür gibi içine yayılıyor ve dışarı çıkmak için can atıyordu. O ise bu yıkımı içinde tutabilmek için elinden geleni yapıyordu.

Archanger avucunu kapattı ve alevler boğularak söndü. Rengi koyulaşan tırnakları biraz uzamış gibi görünüyordu. Bileğinde küçük bir iz vardı. Kurumuş kan, kabuk bağlamıştı.

Kayanın diğer ucuna oturup, “Neyin var, Arch?” diye sordu ve gözündeki çapakları işaret parmaklarıyla temizledi. Avuçları birbirine kenetli duran Archanger soğuk bakışlarını Crangor’a çevirdi. Eski otoritesini kaybetmiş gibiydi. Bakışları artık delmekten çok ruhunu sindiriyor gibiydi. Çatlamış dudakları aralandı ve bir süre, ne söyleyeceğini düşündü. Bir gün öncesinden geriye kalan tek parçası kararlı sesiydi. “Bunu yapmak istemiyorum.” dedi.

Crangor hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Archanger’in sözleri karşısında duvara çarpmış gibi hissediyordu kendini. Şaşkınlığını her ne kadar suratından atabilse de, büyüyen gözbebeklerini gizleyemezdi. Pes edebileceğini aklının ucundan dahi geçirmediği tek kişi, daha hiçbir şey olmadan kendini salıvermişti. Bir süre öylece birbirlerine baktılar. Hiçbir şey söylemeden, hiç kıpırdamadan...

Crangor tam bir şey söylemek için ağzını açtı ama kelimeler boğazına düğümlendi. Archanger için doğru sözcüklere ihtiyaç yoktu. Sadece ona, arkasında olduğunu ve ne olursa olsun davasına ortak olduğunu söylemek istiyordu. Lakin yapamadı. Ağzını geri kapattı ve bakışlarını kaçırarak başını öne eğdi.

Archanger başını yavaşça salladı ve o da bakışlarını çevirip eline yöneldi. Ateş toplarını tekrar çıkarttı ve çevirmeye başladı. Crangor büyük bir suçluluk duygusuyla Archanger’in yanından ayrıldı ve içinde bulundukları koruluğun en içlerine kadar yürüdü.

Artık güneşin bile giremediği bir noktaya geldiğinde kılıcını çekti. Kılıcından yayılan dumanlar arkasında toplandı ve bir ejderha görüntüsü oluşturdu karanlığın içinde. Hemen ardından dumanlar Dreth’in güçlü nefesiyle dağıldı. 

“Bu bakışları asla unutmadım Crangor. On yedi yaşında, Camprich’e girdiğimizde de bu bakışlarla karşılaştık.” Crangor tüm dikkatini ejderhasının sözlerinde topladı ve ejderha devam etti: “Birini son görüşünde, yine bu bakışları maskesi olmuştu.”

“Aradan yıllar geçti dostum. Hafızamı tazele.” Dreth açıkladı, “Efendi Galapagos’un son görevinden bahsediyorum Crangor. Camprich’e gittik ve orada Archanger’in tüm düşünceleri bir kez daha değişti. Güç hırsını arttırabilecek tek duyguya kapıldı Archanger: Kıskançlık...”

Crangor ikinci bir duvara daha çarptı. Afallayıp kalmıştı ve tek kelime edebilecek halde değildi. Crangor’un düşüncelerine erişen Dreth, onun ne söyleyeceğini biliyordu. Ağzından çıkmasını beklemeden devam etti.

“Archanger her zaman en güçlümüzdü. İradesi ve kararlılığı, birçok kez biz ejderhaları bile zorladı. Ama unutma ki Siyah soyundan gelen ilk Penta bile olması, onun insani özelliklerini engelleyemez. Onun da zayıf yönleri var Crangor. O da yaralanabilir, öldürülebilir, ölebilir. Tüm bunların önüne geçmek için Galapagos, elinden gelen her şeyi yaptı. Dünya üzerindeki bütün canlı varlıklardan daha iyi bir savaşçı yetiştirdi. Bir ejderhayı bile öldürebileceğine bahse girerim.

Elbette bu söylediklerim dışarısı için geçerli. İçinde barındırdığı güç Kintaro’nun gücüyle birleşince, tüm insanlığın sonunu getirebilecek türden bir güç. Karşı konulamaz ve yenilemez türden bir güç. Ama Archanger’in da zaafları ve karşı koyamadığı bazı şeyler var.”

Crangor’un düşünceleri iyice bulanıklaştı ve karmaşaya girdi. Dreth açıklama yapma ihtiyacı duyarak devam etti.

“Archanger birçok kez hata yaptı Crangor. Birçok kez, sizler için ölümü göze aldı. Köyde yaptığını düşünsene? Sizlerden birisine bir şey olduğunda hayatını hiç düşünmeden ortaya koyuyor. Güç hırsına karşı koyabilecek kadar güçlü bir dostluk duygusuna sahip.” Crangor sert bir tepki gösterdi. “Bunun konumuzla ne alakası var?”

Dreth derin bir nefes aldı ve zihne işleyen sesiyle devam etti. “Archanger duygularına yenik düşüyor. En azından bildiğimiz iki duygusu var onu yenen: Dostluk ve kıskançlık...” Crangor sözlerini kesti. “Archanger kimi kıskanıyor? Seni mi?” Biraz kaba bir çıkış yapmıştı Crangor ama Dreth buna aldırmadan devam etti.

“Camprich’e en son ne zaman gittiğimizi hatırlıyorsundur Crangor. Orada kimi gördük? Biz orada mülteci gibi gezerken, korumaları olan ve herkese emir yağdıran kimdi? Hiçbir şey olmamış gibi yaşayan kimdi?”

Crangor bir süre düşündü. Ardından ağzı açık bir şekilde Dreth’e baktı. Ağzından üç hece döküldü. “Oberon!” Ejderin boğazından derin bir “Hımm” sesi yükseldi. Crangor aralıksız soru sormaya başlamıştı. “Peki, bunu nasıl anladın?”

Dreth cevapladı: “Kintaro, Archanger ile güçlü bir ruh bağına sahip. Düşünceleri tek bir bedende toplayabiliyorlar. Bedenleri tamamıyla birbirlerine açık. İkisi de aynı şeyleri hissedebiliyor. Archanger, kardeşi Oberon’u gördüğünde, Kintaro bir şeylerin olduğunu anladı ve bunu bizlere açıkladı.”

“Peki, neden daha önce söylemedin?” Dreth boynuzlu kafasını yana doğru eğdi. Süvarisinden gizlediği bilgi için utanmıştı. “Bunu ona sorman daha doğru olur.” Tekrar duman halini aldı ve kılıca doğru süzüldü. Crangor kılıcına baktı. Kırmızı alevleri, kabzasına kadar yayılıyordu. Kısık bir sesle, “Hadi gidip öğrenelim o halde.” dedi ve kılıcını kınına soktu. Ormanın derinliklerinden ayrılırken iç içe girmiş dalları aştı ve açıklığa ulaştı.

Crangor Archanger’in karşısına dikildi. Archanger hâlâ elinde ateş toplarını çeviriyordu. Birbiri etrafında dönen iki küçük top, ahenkle dans ediyor ve karşısındakini mayıştırıyordu.

Archanger karışında dikilen Crangor’a baktı. Kollarını kavuşturmuş, kendinden emir bir şekilde Archanger’i süzüyordu. Az önceki ürkek edasını geride bırakmıştı. Archanger umursamazca sordu, “Yeni bir fikrin mi var Crangor?” 

Crangor kararsızdı. Bunu herkesin bilmesi gerekiyordu. Ama öte yandan, Archanger’in özeline burnunu sokmak istemezdi. Yalnızca Archanger’in duyabileceği bir sesle, “Plan için bilgi gerekir Arch. Hepimizden sakladığın türden bir bilgi...” Archanger kaşlarını çattı. “Açık konuş Crangor. Bildiğin bir şey mi var?”

Crangor için bile ağır gelen bir bilgiydi. Archanger’in zayıf noktasını öğrenmişti ve bunu başkasının öğrenmemesi gerekiyordu. Arkasını dönüp ekibe baktı. Hepsinin uyuduğundan emin olunca, Archanger’a yaklaştı. Şüpheyle gözleri kısılmış Archanger’a fısıltıdan da kısık bir sesle, “Oberon’u biliyorum.” dedi.

Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin