Bölüm 7: “Ödünç Almak”
Gece karanlığında, yüksekten uçan siyah ejderhalar belli olmuyordu. Ekip, Camprich’in kuzey batısında bulunan Harringhelt kasabasına doğru yol alıyordu.
Kasaba, ayın gümüş ışığı altında son derece çekici duruyordu. Şehre iki saat uzaklığındaydı ve Camprich’in ticaret yoluydu. Harringhelt’den dört bir yana gidilebilirdi.
Doğudan giden yol, Camprich’in sınırları içerisindeki limana kadar uzanıyordu. Liman, Wernest ile Camprich tarafından ortak kullanılmasına rağmen Camprich denetimindeydi. Kuzeyde, Ölü Dağlar, Cornost vardı. Dağın diğer tarafında, en geniş topraklara sahip olan Wernest şehri bulunuyordu. Şehre giden tüccarlar genelde Lennos bölgesine girer ve Cornost’un batı yamacından geçerlerdi. Cornost’un batı yamacında henüz limana gelmeden Camprich’in sınır kalesi Telfo vardı. Wernest ile Camprich’i, Cornost sınırında ayırmakla görevliydi.
En batıda Lennos Krallığı bulunuyordu. Bernhell Ormanı’nın ötesinde ve güneyindeydi. Üç büyük krallık dağın batı yamacında kesişiyor ve topraklarını dağa göre ayırıyorlardı.
Dağın kuzey bölgesi Wernest toprakları sayılmıştı ve Wernest şehrine uğramadan o topraklara ulaşmanın tek yolu Bernhell Ormanı’ndan geçmekti.
Dağın kuzeybatısı ile güneybatısı tamamen Lennos Krallığı’na bırakılmıştı. Bernhell Ormanı’nın başladığı yere kadar hak iddia edip oldukça büyük bir alana hükmediyordu.
Dağın batı yamacından başlayıp, Harpilon Çölü’nün girişine kadar genişleyen ve kıyıda son bulan kısım komple Camprich yönetimindeydi.
Ekip havada daireler çizerken Walcomir sesini duyurdu, “Şimdi ne yapıyoruz?” Archanger karanlıkta görmekte zorlanıyordu. Tavernanın olduğu yer hariç kasaba, karanlığa hapsolmuştu. Bölgeyi aydınlatan cılız ay ışığı dışında hiçbir şey yoktu.
Gözleri hana takıldı. “Ödünç alıyoruz.” dedi ve Kintaro en yakın binaya doğru alçaldı. Diğer dört ejderha, binicisiyle birlikte gökyüzünde daire çizmeye devam ediyordu. Archanger arkasını dönüp bakınca avını bekleyen akbabalara benzediklerini düşündü.
Kintaro çatıya doğru alçalırken Archanger ejderin sırtında ayağa kalktı. Dizlerini hafifçe kırdığından, dengesini bulması uzun sürmedi. Ejderhanın pençeleri çatının tavanına sürttüğü anda Archanger kendini boşluğa bıraktı ve Kintaro, altından kayıp gitti.
Tahta çatıya düştü ve hemen ayağa kalkarak aceleyle çatının ucuna gitti. Bu sırada Kintaro zihninde belirdi. “İyi misin?” Gözlerini hana dikerek, “Beni dert etme.” dedi.
Binanın girişinde konuşan iki adamın sesini duydu ve başını geri çekerek görünmediğinden emin oldu. Adamlar oldukça hararetli bir şekilde tartışıyordu. Archanger da tek dizini çatıya koymuş, parmak uçlarıyla da dengesini sağlayarak öylece bekliyordu.
Adamlar konuşarak uzaklaşırken, Archanger arkalarından izledi ve iyice uzaklaşmalarını bekledi. Sesler gecenin karanlığında kaybolduğunda Archanger çatının ucuna tutunarak aşağı sarktı ve ellerini bırakıp, ayaklarının üzerine düştü. Artık yerdeydi.
Hanın önünde, bağlanmış birkaç at arabası vardı. Kintaro’yla konuştu, “Etrafta birileri var mı?” Ederha hızlıca yanıtladı, “Hayır. Çık artık oradan.”
Archanger kılıcını çekti ve hana doğru, gölgelerin arasında süzüldü.
Hanın duvarına yaslanıp, kafasını kapının olduğu yöne uzattı İki tarafa açılan tahta kapıda ufak bir aralık vardı ve ince bir ışık eşliğinde sesler geliyordu. Gürültüye bakılırsa bir atın sesini duymaları zordu.
En yakındaki at arabasına yanaştı. İki atın çektiği, normalden çok daha büyük bir arabanın üzerindeki çizgiler kavislerle bir bütün halini almıştı. Atlar iri ve boyunları dikti. Zengin bir tüccardı.
Sakince atlara yaklaştı. İkisi de yeni temizlenmiş gibi tertemiz ve yumuşak tüylere sahipti. Sanki korkmaları gerekmediğini söylercesine boyunlarını okşuyordu. “Hadi artık…” diye söylendi Kintaro. Archanger dalga geçercesine gülümsedi. “Ne o, kıskandın mı?” Kintaro, Archanger’in zihninden ayrıldı.
Elindeki kılıçla atların bağlı olduğu halatı tek hamlede kesti ve atlar huzursuzca toprağı dövdü. Sonra Archanger’in sakinleştirici elleriyle rahatladılar. Aceleyle atların arkasındaki yere oturdu ve dizginleri bir kez şaklattı.
Atlar biraz zorlanıyor da olsa araba ilerliyordu. Kasabadan çıkana dek Archanger ve ekibi elleri kında bekledi. Kintaro ise ilk hamlede Archanger’i kavramak için hemen üzerinde uçuyordu. Fazlasıyla huzursuz bir kaçıştan sonra kasabanın dışına çıktılar. Kimsenin görmeyeceğinden emin olduklarında arabanın yanına indi ekip.
Ejderhaları gören atlar delirmişçesine toprağı dövüyorlardı demir nallarıyla. Kendilerinden kat kat büyük beş ejderha, neredeyse her canlı için ürkütücü olmalıydı.
Süvariler ejderlerin sırtından atladığında Archanger, “Kanatlarınızı açın bakalım.” dedi ve ejderhalar, tekrar ay ışığının zarif gölgesi altında yükselip geceye karıştılar.
Archanger gruba dönerek, “Şimdi mi yapıyoruz, yoksa sabahı mı bekleyelim?” diye sordu. Crangor biraz çekingen bir edayla, “Uyusak olmaz mı?” diye sordu. Archanger dostça gülümsedi. Dudaklarının gerilişi, karşı konulamaz ve oldukça samimi bir duygu resmederdi her defasında ve arkadaşları bu ifadeyi nadiren görürdü.
“Hadi sakin bir yer bulalım o halde.” dedi Archanger.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)
FantasyBaşını gökyüzüne kaldırıp baksaydı bütün mazisinin onu bir yere doğru götürdüğünü görebilecekti. O hengâme anından önceki son anda zaman onun için işlerken o kendisini bütün dünyadan uzaklaştırıp, bütün duygularını ve düşüncelerini aynı noktada birl...