Bölüm 4: Kutsal Mühür
Archanger’in yüzü yavaşça eski halini alıyordu: Pembemsi rengine kavuşuyor, dudaklarındaki çatlaklar belirginleşiyor ve birkaç damla ter akıyordu alev alev alnından. Rainen büyük ihtimalle kırılmış olan kaburgalarına aldırmadan tökezleyerek kalktı ve Archanger’in yanına doğru, acı içinde yalpaladı.
Archanger kılıcını hâlâ bırakmamış olmasına rağmen kılıcındaki alevleri sönmüştü ve yerini titreşen pembe bir renge bırakmıştı. Yumuşak bir ısı yayıyordu etrafına.
Archanger’in büyüsü beyaz ordunun yarısını yakıp geçmişti. Alevlerin ortadan ayırdığı onlarca beden zırhları kararak yere serilmişti. Walcomir dâhil olmak üzere birçok bedenden yere kan akıyordu.
Çemberin en dışındaki askerler pek bir şey hissetmemişti. Çünkü Archanger’in alevleri birkaç bedenden geçtikten sonra zayıflamış ve sadece ön sıraları yakacak kadar kalmıştı. Yanan askerler geriye pis ve mide bulandırıcı bir koku bırakarak üst üste yığılmışlardı.
Yanmamış olan askerler hemen boşluğu doldurup yerden kalkmak için uğraşan Walcomir’in üzerini kapatmaya çalıştı ama çok geçti. Walcomir ilk fırsatta yerden kalkıp kılıcını doğrultmuştu. Rainen kaburgalarındaki acıyla inliyor ve bırak dövüşmeyi ayakta durmakta bile zorluk çekiyordu. Archanger’in yanında diz çöktü ve ufak nefesler alarak göğsündeki acıyı hafifletmeye çalıştı.
Sancester yerden öfkeli bir ejderha gibi kalktı ve düşmanın üzerine atladı. Yere düşerken kolunu altına aldığı için Rainen gibi bir sorunu yoktu ve gayet sağlam bir şekilde devam edebiliyordu savaşa. Walcomir ciğerlerine dolan tozu dışarı atmak için sertçe öksürürken etrafını çeviren askerlerin sayısı giderek azaldı.
Sancester korkudan gardını indiren askerlerin arasında müthiş bir hızla hareket ediyordu. Kılıcını, kolunun bir uzantısı gibi hiç zorlanmadan kullanıyordu. Her saniye üzerine birden çok kılıç savruluyor ama o iri cüssesine rağmen hepsinden kurtuluyordu.
“Sen iyi misin?” diye seslendi Sancester. Walcomir bir askerin karnına sapladığı kılıcı çekerken yanıtladı: “Senden daha iyi olduğum kesin.” Sancester bir askerin bileğini tuttu ve omzunun üzerinden fırlatarak iki askeri daha devirdi. “Peki ya bacağın nasıl?” Bir askerin burnunu kırdı Walcomir. “Şayet işemediysem, bacağım kanıyor demektir. Üzerine basamadığımı da düşünürsek, pekiyi değil.”
Sancester yorulmaya başlamıştı. Daha fazla direnemeyeceğini anlayınca bir an için dövüşmeye ara verdi ve avazı çıktığı kadar bağırdı. “Crangor!”
Cümlesinin devamını getiremedi. Tam sırtının ortasına saplanan bir ok Sancester’in iri bedenini sarstı ve dizlerinin üzerine düşürdü. Nefesinin kesilmesi dışında en ufak bir acı belirtisi göstermeden öylece durdu ve Walcomir’in gelmesini bekledi. Askerler zaferle üzerine gelirken Walcomir Sancester’in yanına doğru hızlı bir adım atıp, bacağını daha da kötü yaptı ve oku uç kısımlarından tuttu. Ucundaki tüyler Walcomir’in parmağını okşuyordu. Oku kavradığı anda acı dolu bir nefes alan Sancester tek hamlede çıkan okun ardından baygın gözleriyle etrafa baktı.
Yanına dikilen bir asker yere düşürdüğü kılıcına basıyordu. Birkaç asker de kılıçlarını doğrultmuş, bekliyordu.
Okun çıktığı yerden akan taze kan Sancester’in sırtında narince kaydı ve siyah içliği tarafından bir sünger misali emildi. Bakışları bulanıklaştı ve dengesini kaybetti. Yere kapaklanmamak için elini yere koydu ve yerden destek aldı. Önce kılıcına baktı. Normalde adamı itip kılıcını alabilirdi ama gücü devamına yetmezdi. Gözü Walcomir’e döndü. “Son çare Walcomir, bitirelim şu işi.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)
FantasíaBaşını gökyüzüne kaldırıp baksaydı bütün mazisinin onu bir yere doğru götürdüğünü görebilecekti. O hengâme anından önceki son anda zaman onun için işlerken o kendisini bütün dünyadan uzaklaştırıp, bütün duygularını ve düşüncelerini aynı noktada birl...