Bölüm 26: Port'dan Bir Hediye

1.5K 110 1
                                    

Bölüm 26: Port’dan Bir Hediye

Güneş doğduğunda ikisi hala çatıda oturuyordu. Eveyl uyanmamış, Archanger ise henüz uyumamıştı. Gözlerini ufka dikmiş, Camprich’i düşünüyordu. Eşsiz ve paha biçilemez Camprich’i...

Belat’ın beyaz kapısı açıldı ve Walcomir çıktı. Merdivenden aşağı inip heykelleri geçti. Bir şey arıyor gibi etrafa bakınıyordu. Archanger, kendinin arandığını düşündü ve hemen işe koyuldu. Çatıdan sallanan ayaklarını kullanarak, bir ayakkabısını çıkarttı ve boşluğa bıraktı.

 Ayakkabı, merdivenlerin üzerine düştü ve sekerek, merdivenlerin bittiği noktayı biraz geçti.

Düşen ayakkabının sesiyle, eli hemen kılıcına kaydı Walcomir’in. Önce ayakkabıya baktı, ne olduğunu anlamadı. Hemen ardından gözü çatıya doğru kaydı ve Archanger’i görünce büyük bir rahatlamayla çekti elini kınından.

Archanger elini kaldırdı ve “Ne oldu?” dercesine çevirdi. Walcomir sanki üç yaşında bir çocukla konuşuyormuş gibi karnını ovuşturdu ve Archanger, kahvaltı vaktinin geldiğini anladı. Kaşıyla onaylayıp, Walcomir’i tapınağa geri gönderdi.

Archanger usulca Eveyl’in saçlarını okşadı. “Evi.” Eveyl hala uyuyordu. Aynı tonda tekrarladı. “Evi.” Suratında aptal bir gülümseme oluştu Archanger’in. Biraz daha yükseltti sesini. “Evi.” Bu sefer Eveyl hafifçe sallandı ve gözünü açtı.

Archanger’in göğsünden kalkıp acı dolu bir ses çıkarttı. Elleri, yavaşça boynuna doğru kaydı. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi Archanger’a bakıyordu. “Senin yüzünden!” diye söylendi Crangor’u aratmayan çocuksu sesiyle.

Archanger duymazdan gelerek elini Eveyl’in ensesine uzattı ve Eveyl’in küçük elini nazikçe çekti. Parmaklarını, Eveyl’in boynunda gezdirerek yokladı. Parmağı üste çıkan bir damara gelince, yavaşça ovuşturdu Archanger. Her ne kadar canı acısa da sesini çıkartmadı Eveyl. Birkaç kasılma ve titreme ile geçiştirdi.

Acı dolu birkaç saniye sonra, boynunu istediği gibi hareket ettirebiliyordu. Archanger’in yanından kalktı ve içeri açılan pencereye doğru gitti. Aşağı inerken, “Bu kadar acıyla, ben de yapardım.” diye söylendiğini duydu Archanger.

Gülümsedi ve sanki Eveyl yanındaymış gibi, “Bir şey değil.” dedi bütün hüznünü içine gömerek. Bu belki de en doğrusuydu.

Çatıdan aşağı baktı ve ayakkabısının çok uzakta olduğunu gördü. “Neyse.” diye geçiştirdi ve pencereye gidip içeri girdi. Merdivenlerden indi, odasına gitti. Yatağının karşısında durana dolabı açtı ve en alttaki ayakkabılardan birini alıp giydi. Odasından çıkıp bir kat aşağıdaki geniş salona doğru yürümeye başladı.

Masanın bir ucunda Galapagos önündekileri sindirmekle meşguldü. Üzerinde kar beyazı bir pelerin vardı. Omuzlarından göğsüne kadar kapatıyor, dizlerinin biraz üzerinde son buluyordu.

Sancester her zamanki iştahıyla tıkınıyor, Crangor ise nezaketinden taviz vermiyordu. Archanger en yakınındaki boş sandalyeye, Walcomir’in karşısına oturdu. Çatalına bir parça salam alırken, “Galin nerede?” diye sordu.

Ağzını doldurmakla meşgul olan büyücü, boğuk bir sesle yanıtladı. “Dün gece yola çıktı.” Yeterli olmadığını düşünerek ekledi. “Yeni icadını denemek istiyormuş.” Masa uzun süre sessiz kaldı.

Masadaki her şey bitmişken Sancester, Crangor’a döndü. Gözleri, normalden irileşmişti. “Onları bitirecek misin Crangor?” Crangor, boğazında kalan parçayı yutmak için büyük bir çaba gösterdi ve büyük bir korkuyla tabağını Sancester’dan uzaklaştırdı.

Sancester ümitsizce önüne dönerken, salonun kapısı açıldı ve içeri Port girdi. “Bunu görmelisiniz.” Archanger, arkadaşlarına baktı. Birbirlerine bir baş hareketi yaptıktan sonra hepsi aynı anda sandalyelerini geri itti ve masadan kalktılar. Archanger kapıdan geçerken, Port iyice kapıya yapıştı ve Archanger’a yol verdi.

Belat’ın kapısından çıktıklarında, meydana dizilen on bir süvari vardı. Hepsi baştan ayağa simsiyah giyinmişlerdi. Üzerlerindeki ince pelerin gölge gibi görünüyordu. Sadece başları açıktaydı. Ama koyu saçları bu açıklığı gideriyordu.

Port, süvarilerin ortasına geçti ve yüzünü Archanger’a döndü. Eliyle önünü göstererek Archanger’in adımlamasını sağladı.

Archanger omuzlarını geriye attı ve doğruldu. Bir kralın asaletiyle süvarilerin önüne geçti ve arkasını döndü. Ekibi arkasına dizilmişti.

Daha önce olmadığı kadar gururluydu Archanger. Süvarilere baktı. Hepsi sağlam bir askeri eğitim almıştı, hem de Galapagos tarafından.

Gözü Port’a takıldı Archanger’in. Sevecen bir edayla gülümsedi ve Port da karşılık olarak başıyla selamladı. Ardından Port kapüşonunu işaret etti ve Archanger bir an için yanılgıya düştü.

Diğerlerinde kapüşon yoktu. Port da bile yoktu. Bu, ekibi belli eden bir simge olacaktı. Bu sayede öncelikli savunma hattı oluşturulabilecekti. İki eliyle kapüşonunu kavradı ve yavaşça başına geçirdi. Süvariler, hepsi birden kılıçlarını çektiler ve kabzaları bel hizasında, uçlarıysa başlarının üstüne çıkacak şekilde dimdik tuttular. Karşıdan bakan Archanger, kılıçların suratlarını tam ortadan ikiye ayırdığını görebiliyordu.

Archanger süvarilere baktı. Herkes siyahlar içindeydi. Kollarını göğe yükselterek, var gücüyle bağırdı: “KARANLIĞI KUCAKLA!” Archanger kılıcını bile çekmeden Kintaro arkasında beliriverdi...

Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin