Bölüm 12: Efsunlu Duvar
Archanger bir an için öylece durdu. Miğferini çıkarttı ve bir kenara attı. Miğferin içinde ezilen saçını sertçe savurarak açtı ve arkasına dönerek kapıyı işaret etti.
Sancester hemen kapıyı kapattı ve kılıcını kınından ayırarak kapının kulplarına sıkıştırdı.
Archanger, üzerindeki hareketini kısıtlayan zırhı da çıkarttı ve bir rahatlık belirtisi göstererek gerindi. Crangor hariç hepsi zırhlarını çıkartmıştı. Ama o inatla duvara sürtünmeye devam ediyordu.
Nerdeyse tüm odayı iki kez dolaştı ve sonunda durdu. “Hey, bu koku da ne?” Sancester, hemen Rainen’e döndü. Rainen şaşkınlık ve utanç arası bir sesle çıkıştı. “Ben yapmadım!”
Sancester ikna olmamışçasına bakmayı sürdürdü. Kaşlarını kaldırarak komik bir sima yarattı ama Rainen hala itiraz ediyordu. Rainen’in kendini savunma çabalarından bıkarak, “Kesin sesinizi!” diye çıkıştı Crangor ve ikisi birden sustu.
Archanger sert nefesler almaya başladı ve burun delikleri kapanıp açıldı. “Sanırım ben de alıyorum.” “Belki de biri ziyafet veriyordur?” diye umutla Archanger’a baktı Walcomir. “Hayır.” diye geçiştirdi Crangor ve Walcomir’in suratı bir anda asıldı. “İyi.” diye somurtarak duvara yaslandı ve izlemeye başladı.
“Bu daha çok...” Archanger uygun kelimeyi bulamıyordu. Ekşi bir şey tatmışçasına suratını büzüştürdü. “Ejderha pisliği gibi.” Rainen ve Sancester, Walcomir’e bakıp gülmeye başladılar. “Ziyafeeet!” diye bağırdı Sancester ve Rainen alabildiğine kahkaha attı. Walcomir suratını daha da asarak, “Haha, aman ne hoş...” diye somurttu.
“Arch, nasıl gireceğiz?” Archanger’in hiçbir fikri yoktu. Boynunu kütürdetti ve ellerini, toz kaplı soğuk duvara dayadı. Yüzünü Crangor’a çevirerek, “Uzaklaşmanı tavsiye ederim.” dedi.
Crangor, ürkek adımlarla kapıya yakın duran Sancester’in arkasına kadar gitti. “Muhafızları buraya toplamazsan iyi olur Arch.” diye hatırlattı Walcomir.
Archanger odaklandı. Omuzlarından pazılarına, dirseklerinden parmaklarına doğru bir karıncalanma oldu. Gözleri güç ile ışıldadı ve taş duvar, büyük bir gürültü ile parçalandı. Birbirlerinin üzerinden yuvarlanan molozlar odayı eski boşluğundan bir nebze kurtarmıştı. Molozların arasından yükselen toz görüşü engelliyordu.
Molozlardan bir adım uzaklaştı ve kolunu öne doğru gerdi. Dirseğinden bileğine doğru ikinci bir güç daha hissetti ve avucundan çıkarttığı müthiş bir rüzgâr ile tüm tozu ortadan kaldırdı. Önlerinde uzanan tüneli görebiliyorlardı.
Walcomir yaslandığı duvardan çekilip Archanger’in yanına geçti. Crangor kapıdan uzaklaşıp molozların önünde durdu. Sancester kılıcını kapıdan ayırıp bileğinin üzerinde çevirmeye başladı. Kılıcın havayı yararken çıkarttığı narin ses Archanger’in büyüsü yanında koca bir hiçti.
Archanger diklemesine tüneli izliyordu. Önlerinde uzanan rutubetli yol sonu görünmeyen bir karanlıktan ibaretti. Molozların üzerinde geçip merakla tünele girdi Crangor. Başını yukarı kaldırıp görebildiği kadar inceledi tavanı. Girintili çıkıntılı taşlar tavandan sarkaç misali sallanıyordu.
Duvarlara baktı. Hepsi, normal bir odanın duvarı gibi duruyordu. Soğuk ve taştan... Merakla adımlamaya başladı Crangor. Peşinden de Archanger ve diğerleri geliyordu. Tavanda biriken su damlaları yerdeki birikintiye düşünce tüyler ürperten bir ses çıkartıyordu.
Crangor, yürürken önüne hiç bakmadığı için ayağı bir su birikintisine girdi ve paçasına kadar ıslandı. İlerledikçe tünel daha da karanlıklaşıyordu. Bir süre sonra tünel tamamen kararmış ve görülemez bir hal almıştı. Rainen yürürken bir taşa çarpmış ve Walcomir’in pelerininden tutarak düşmemeyi başarmıştı.
“Daha çok var mı dersiniz?” diye sordu Walcomir. Kimsenin hiçbir fikri yoktu. “Öğrenelim.” dedi Archanger ve Crangor’u omzundan tutup geriye çekti.
Omuzlarından sarkan pelerinini geriye itti ve sağ kolunu öne çıkarttı. Molozları yıkarken olduğu gibi bir kasılma ile kollunun titremesine neden oldu.
Avucundan fırlayan bir ateş şeridi, bir ok hızıyla tüneli kat etti ve yaklaşık kırk adım ilerideki duvara çarparak dağıldı. Archanger, avucunda kalan ve etrafı aydınlatan alev topuna bakarak, “Yo, geldik sayılır.” dedi ve ilerlemeye devam etti.
Her adımları boş tünelde yankılanıyordu. Duvarın dibine geldikleri sırada, Crangor aceleyle tekrar duvara yapıştı ve dinlemeye başladı.
Elini, soğuk duvar üzerinde gezdirdi. Duvardan ayrıldığında ise anlamsız bir ifade ile Archanger’a baktı. “Hiçbir şey hissetmiyorum.” dedi.
Archanger, kolunu biraz daha öne uzatarak kendi etrafında döndü. “Çıkmaz sokak, hadi dönelim.” diye düşüncelerini dile getirdi Rainen. “Her yol bir yere çıkmak zorunda.” diye hatırlattı Arch.
Elini, sinek kovarcasına salladı ve avucundan çıkan alevler kesildi. Artık tamamen karanlıktaydılar. Archanger bir dizini yere koydu ve eğildi.
İki elini de yere dayayarak gözlerini yumdu. Tünelin girişindeki taştan, tepelerine düşen damlalara kadar her şeyi bir sis misali gördü. Zihninde beliren şekiller sarayın bir kopyasını oluşturuyordu.
“Size ilginç bir haberim var.” dedi, yerden kalkıp dizini silkelerken ve ekledi, “babam şuan tam üstümüzdeki odada.”
Rainen’in eli belindeki kılıcına doğru gitti. Walcomir ise Archanger’in yanına doğru bir adım atıp omzundan tuttu. Crangor hâlâ duvara bakıyordu. “Peki, duvarın ötesinde ne var?”
Archanger bir süre sessiz kaldı. Ardından elini duvara yasladı. “Duvarı görebiliyorum, ama ötesine dair hiçbir şey yok. Bu noktadan sonrasına erişemiyorum.”
Crangor düşünceli bir sesle açıklık getirdi. “Wallerdo Thurpagon, büyücülerle iç içeydi. Yani bu duvarı efsunlaştırmış olması olası. Bu yüzden ötesini göremiyorsun.”
Archanger onaylarcasına başını salladı ama bunu gören olmadı karanlıkta. “Çekilin.” Yine o kararlı ve kesin sesine büründü Archanger. Herkes duvardan uzaklaştı ve gardlarını çekip bekledi.
Archanger kollarını rahatlamak istercesine salladı. Dizlerini aniden kırarak, yarı oturur bir pozisyona geçti. Elleri yumruk olacak şekilde duvara doğru gerdi kollarını.
Kollarının acısına aldırmadan duvarı alevlere boğdu. Aralıksız bir çift alev demeti, doğrudan önünde duran duvarı dövüyordu. Damarlarında akan alev yumruklarından dışarıya nefret ile boşalıyordu. Alevlerin aydınlattığı süre boyunca herkes duvara odaklanmıştı.
Nefes nefese kalan Archanger doğruldu ve duvara gitti. Elini koyarak yokladı. “Hâlâ bir taş kadar soğuk.” Sağ elini, yumruk şeklinde yere bastırdı. Yerden yükselen toprak Archanger’in elini sardı ve bileğinde kenetlenerek bir kaya sertliğini aldı.
Archanger tüm gücüyle duvara bir yumruk attı ve elini saran kaya, ortadan ikiye ayrılarak yere düştü. “İmkânsız...” diye söylendi Crangor arkadan.
Archanger ellerini tekrar duvara yasladı. Avuçlarından fırlayan tüm rüzgâr duvardan sekerek arkada duran ekibe çarptı. Pelerinlerin rüzgârda çıkarttıkları ses, Archanger’in başaramadığını açıklamaya yetiyordu.
Alnından süzülen teri eliyle sildi ve gözünün önüne düşen saçları geriye itti. Kılıcını çekip duvara doğrulttu. “Kintaro!” Kılıcı, ejderhasının gücüyle bir elmas gibi parlamaya başladı. Tüm gücüyle duvara diklemesine sapladı kılıcını ve tiz bir ses yankılandı tünelde.
Çarpışmanın etkisiyle titreyen bedeni, şaşkınlık ve öfkeden kaskatı kesilmişti. Kılıcını kınına soktu ve Crangor’a döndü. “Önerin var mı?”
Crangor, başını ümitsizce salladı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Archanger Destanı: Birinci Kısım (Kitap Oldu)
FantasyBaşını gökyüzüne kaldırıp baksaydı bütün mazisinin onu bir yere doğru götürdüğünü görebilecekti. O hengâme anından önceki son anda zaman onun için işlerken o kendisini bütün dünyadan uzaklaştırıp, bütün duygularını ve düşüncelerini aynı noktada birl...