İnsanlar sürekli dünyanın ne kadar acımasız olduğundan bahsederdi. Andre ise, bunun kendi kötülüklerinin üzerini örtmek için bir kılıftan ibaret olduğunu düşünüyordu.
Kötülük, sadece birine kötü davranmakla mı oluyordu? Benim kalbim temiz demek yetiyor muydu iyi olmaya? İnsanların başına gelen üzücü durumları, kafasını kuma gömerek görmemeye çalışmak da, bir nevi kötülük sayılmaz mıydı? Dünyada birçok zülüm olurken bunlara sessiz kalmak, en az bizi onlar kadar suçlu yapmaz mıydı? Bütün kabahati dünyaya atmak fazla kabalık olurdu.
İyi olmak, insanları mutlu etmek ise kolay ve ucuzdu. Buna rağmen çoğu kişi bencilliklerinin esiri oluyordu. Sırf kendi çıkarları için gözlerini kapatıyordu doğrulara, yapılması gerekenlere. Merhamet, yardım o kadar da anlaşılması zor kelimeler değildi ama demek ki ağır geliyordu insanlara. Kim bilir belki vicdanlarındaki yükü ilerlemelerine engel olarak görüyorlardı. Oysaki bir tebessüm bile insanın içinde bahar çiçekleri açtırmaya yeterdi. Bunun farkında değillerdi ya da gerek görmüyorlardı.
Belki kendisi mutlu olmayı hak etmeyecek kadar çok günah işlemişti. Düşünceleri ister istemez bakışlarını sağ yanında yatan minik bedenlere kaydırdı. Yerde duran mum ışığının loş atmosferinde sarı rengine dönüşen bukleler halindeki saçlarının yanaklarına yansımasını, küçük burunlarını, nefes alışverişlerinin kıpırtılarını izledi bir süre. Onlar da mı hak etmiyordu mutlu olmayı? Sorunsuz bir hayata sahip olmayı? Oysaki yaşamın gerçeklerini kaldıramayacak kadar küçüktü bedenleri. Bu yaşta yapmaları gereken parka gidip oynamakken, kardeşleri gün boyu ev işlerinde koşturmaya çalışıyordu. O da yetmiyormuş gibi bin bir azar işitiyorlardı Bayan Walker'dan. İnsanların kötü olduğunu kabul ediyordu fakat Tanrı bu kadar güçlü ve merhametliyken bu olanlara hiçbir şey yapmamasını anlayamıyordu. Görmüyor muydu meleklerinin gözlerindeki hüznü, kayıp mutluluklarını? Derin bir nefes aldı. Görüyordu elbet. Evrende sebepsiz yere hiçbir şeyin olmayacağına inanmıştı her zaman. Bir nedeni olmalıydı. Bunu bir gün mutlaka öğrenecekti.
Dışarıdan gelen hafif ve nazik sesle birlikte pencereye çevirdi bakışlarını. Yağmur başlamıştı.
İçini buruk bir tebessüm kapladı. Yağmuru oldum olası severdi. Küçüklüğünden beri her yağmur yağdığında ailesiyle beraber yağmur yürüyüşüne çıkarlardı. Çoğu ebeveynin aksine ailesi onu engellemeye çalışmak yerine çılgınlıklarına ortak olurdu. Babası çok büyük bir zararı olmadığı sürece her şeyi deneyerek öğrenmesini söylerdi.
'Bizim seni yönlendirmemize izin verme. Daima kendi yolundan git. Hataların sana özgüdür.' derdi her seferinde.
'Ama aynı hatayı hiçbir zaman iki kere yapma.' diye de tembihlerdi.
İçindeki buruk tebessüm gittikçe acıya dönüştü. Hislerini engellemedi. Her zaman güçlü durmaya çalışırdı. Kendi acısını başkalarına dağıtmaktan hiç hoşlanmazdı. Hem başkalarını, hele hele meleklerini üzmeyi kendine nasıl hak bilirdi? Gece ne zaman güneşin ışığını örtüp etrafı karanlığa boğardı, o zaman çıkardı içindekiler. Bu gece ise havada ayrı bir hüzün vardı. Yanağındaki sıcak ıslaklığı hissettiğinde hemen yüzünü kolunun kenarıyla kuruladı.
Nefeslerini kesik kesik almaya başlayınca sessizce yer yatağından kalkıp pencerenin yanına gitti. Ne kadar o mis gibi havayı solumak istese de meleklerinin üşüyeceğini düşünerek vazgeçti bu fikrinden. Soğuklar henüz başlamamıştı fakat eylül ayı inceden inceye kendini hissettiriyordu. Kışa kalmadan yeni bir iş bulabilirse çok iyi olacaktı. Artık bu evde kalamazlardı. Hem Angle ve Anglia da istemiyordu burada yaşamayı. Sürekli onlara kızan Bay ve Bayan Walker' a bu kadar tahammül etmeleri bile onların güçlü karakterini ortaya koyuyordu.
Yumruklarını sıktı istemsizce. Anne ve babasını yeni kaybetmiş miniklerine biraz daha sevecen davranamazlar mıydı? Kelimenin eğretiliği karşısında dudakları acı bir gülüşle kıvrıldı. İyi geçinmek bir yana yokmuş gibi davranmalarına bile razıydı. Gözlerini kapatıp sakinleşmeyi denedi. Azıcık daha sabretmesi, sabretmeleri gerekiyordu. Sokakta kalırlarsa her şey içinden çıkılmaz bir hal alırdı. En azından şimdilik kalacakları bir ev vardı. Onlara ev yerine yuva vermek isterdi. Dileğinin mümkün olması biraz zaman alacaktı. Olsun bu da bir şeydi sonuçta. İş bulduğu an buradan ayrılacaklardı zaten. Masum meleklerini o cadıya bırakıp dışarı çıkmak hiç hoşuna gitmemesine rağmen her zaman yaptığı üzere erkenden uyanıp iş araması gerekiyordu. Bu yüzden dinç olmalıydı. Hem sabahtan beri yapması gerekenleri de yapmamıştı. Bir satır karalasa dahi ruhuna iyi gelecekti aslında. Gerçeklerin açmadığı kapılar mürekkeple ardına kadar açılacaktı. Sanki yazmaya çalışsa kafasındaki düşünceler izin verirmiş gibi.
Göz kapaklarındaki sızıyı yeni fark edercesine gözleri ovuşturup yatağına ilerledi. Yerdeki muma üflemeyi ihmal etmeyip, bir süre tavanla bakıştıktan sonra farklı bir aleme geçiş yaptı.
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demlenen Kalp
RomanceKalbin yol göstericiliği olmasa, ruh aradıklarını bulabilir mi ki?