Huzur kelimesi ne garip bir kelimeydi. Söylenişinin ahengi bile diğer sözcüklere benzemiyordu. İçi gıcıklayan, rahatlatan bir yanı vardı.
Kimi insanlar huzur denen duyguyu kişilerde buluyordu, kimisi hobilerde, kimisi masum tebessümlerde. Andre' de ise bu durum tamamen başkaydı.
İlk ebeveynlerini kaybettiğinde iki hece beş harften oluşan o sözcüğü asla hatırlamayacağını düşünmüştü. Ama bilememişti ki aslında onu hiç hissetmediğini, benliğinde oluşanların huzur değil de sevgi olduğunu.
Beş yıl önce keşfetmişti ruhunun ilacını, açık olan penceren sızan, toprak kokusuyla eşdeğer sesle. Sabahları gelen o melodi hücrelerinde depremlere yol açıyordu. Notalar anne şefkatiyle sarıp sarmalıyordu bedenini. Kalbine meltemler estiriyordu. Sanki boşluğa düşüyordu da kaybolmak yerine kendini buluyordu. Sanki her dinlediğinde eksik bir parçası tamamlanıyordu.
Yıllar önce dinlediğinde ne hissettiyse şu an da aynı şeyleri hissediyordu. Sonsuz bir huzur.
Geçen zaman hayatında inanılmaz değişikliklere yol açmıştı. Sadece mesleki, fiziksel ve duygusal olarak değil, düşüncelerinin de farklı yönlerini keşfetmesini sağlamıştı.
Bunca zamana dek hiç merak etmediği konuları irdeledi bu sayede. Her yönden kendini geliştirmeye çalıştı. Başıboş gezen zihninin farklı fikirlere açık bir şekilde ilerleyebileceği bir yol bulmaya çabaladı. Kendi yolunu. Hala tam olarak istediği biçimde bunu başaramamasına rağmen önünü açacak hakikatler olduğuna inanıyordu.
Bu değişikliklerin başlıca nedeni ise Asım Bey olmak üzere Kaya Ailesiydi. Sözcükler daima onu büyülerdi. Ruha dokunan sihirli değneklere benzetirdi kelimeleri. Ama yapılan bu kadar iyiliğe hangi sözcükleri söylese yavan kalıyordu. Bu yüzden elinden geldiğince onları hayal kırıklığına uğratmamaya çalışıyordu. Ama ne mümkün!
İnsan aklına söz geçirmeyi başarıyordu da kalbi bu sözden bir parça etkilenmiyordu. Tek bir isim onun kalbini altüst etmeye yetiyordu. Hümeyra...
Hümeyra farkına bile varamadan kalbine oradan ruhuna sızmıştı. İlk başta inancı gereği, yüzüne zorunda kalmadıkça bakmayışını, mesafeli konuşmalarını garipsemişti. Öyle ki bu tuhaflık merakını kamçılamıştı. Merak ettikçe gözlerinin odağı olmuştu. Gözlemledikçe, keşfettikçe sevmişti. Hayatındaki boşluklara yavaş yavaş dolmuştu. Ve geriye dönüp baktığında bir şeyleri düzeltmek için çok geç olduğunu görmüştü. Hümeyra hayatının merkezi, vazgeçilmezi haline gelmişti. Hele hele çocuklarla olan iletişimi o kadar hoşuna gidiyordu ki onlara görünmeden saatlerce o muhteşem manzarayı seyrediyordu.
Bazen çaktırmadan hastaneye uğruyordu. Hümeyra' nın hastalarla ilgilenmesini, boşluklarda namaz kılmak için fırsat kollamasını, saygı çerçevesini aşmayan tavırlarını izliyordu. Hepsini bir bir belleğine kazımıştı. Yanlıştı biliyordu. Biz olamayacaklarını da. Fakat hayatında ilk kez yaşadığı bu duyguyu koparıp atmaya gönlü el vermiyordu. Sanki Hümeyra' yı sökünce kendini bir daha bulamayacaktı. Ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu.
Gözü, pencerenin önündeki masasında, keşfettiğinden beri yanından bir an olsun ayırmadığı mesnevisine takılınca eline aldı. Beşinci cildinde kalmıştı. Bu müthiş atmosferi, demliğin yanındaki bardak misali tamamlıyordu.
Kendini geliştirmek için fazlasıyla kitap okumuştu. Hatta kütüphanelerde sabahlamak alışkanlık, bağımlılık haline gelmişti onun için. Fakat hiçbir kitap zihnini böylesine doldurmamıştı.
Benimsemişti Andre. Kendine hem zıt hem de bir o kadar tamamlayıcı bu kitabı. Matruşka bebekleri gibi her açtığı sayfa yeni şeyler keşfetmesini sağlıyordu.
Mesnevi' nin Hint, Pers, Roma mitolojilerini kapsayan geniş bir yelpazesi vardı. Tabi bir de Kur'an-ı Kerim. Merak bütün benliğini sarsa da eline almaya cesaret edemediği Kur'an-ı Kerim.
Hümeyra' nın dinlenmek için verdiği beş dakika aradan sonra, ezberlemişti artık, çalmaya başlamasıyla dudaklarından istemsizce bu sözcükler döküldü.
Ateştir neyin bu sesi, yel değil.
Kimde bu ateş yok ise, yok
olsun o kişi
Aşk ateşidir ki neye düştü; aşk
coşkunluğudur ki şaraba düştü.
/////
İçindeki duyguları serbest bıraktıktan sonra biraz da doldurması gerektiğini düşündü Hümeyra. Kitaplığının gözdesi olan beş kitaptan gözlerini çekip aynı yazarın çıkan son kitabını aldı eline. Kaldığı sayfayı açtı.
İzin gününün en sevdiği tarafı buydu. Sabahın nurunda kitapların içine gömülüp kahvaltıya kadar oradan çıkmamak. Başka zaman okumaya vakti olmuyordu çünkü. Bu durum kötü gibi gözükse de değildi aslında. Mesleğini seviyordu. Bütün yoruculuğuna rağmen insanlara yardım etmek ruhunu prangalardan kurtarıyordu.
Alarmı çalmaya başladığında kitabın son sayfasını gelmişti. Okurken kendinden geçtiği için saat kurma ihtiyacı hissediyordu. Kahvaltı hazırlama işini annesine bırakamazdı. Bir sayfası kaldığı için alarmı kapatıp bıraktığı yerden devam etti.
''Ben ki kalbimin düşlerinde bıraktım seni. Orada tutundum sana. Korktuğumdan gerçekliğinle yüzleşip gönlümü yakıp geçmene izin vermedim. Bir serabın yetti doyumsuz sandığım aşkıma. Her şey demek değilmiş kavuşmak. Koklamadım dokunmadım, çarpmadı gözlerimiz birbirine ama hissettim içinin güzelliğini. Ruhumun en derininde.''
Her satırını ruhuna nakış nakış işlediği kitabın son paragrafını okurken o da aynı şeyleri düşünüyordu. Duyularımızla algıladığımız şeylerin ne kadarı önemliydi ki? İnandıklarımızın ne kadarını görüyorduk?
Yatağa uzanıp tavana dikti bakışlarını. Derin bir iç çekti. Bir insanın fikirlerine de aşık olunabilir miydi?
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demlenen Kalp
RomanceKalbin yol göstericiliği olmasa, ruh aradıklarını bulabilir mi ki?