Hayatta ne zaman mutlu olsa ardından hep kötü olaylar gelmişti. Bu durumların kimisi büyük kimisi küçük de olsa, sanki sevinçleri kelebeğin kanatlarına takılıymışçasına hemen son buluyordu. Yine değişen bir şey yoktu. Odalarında Anglia' ya pansuman yaparken bundan başka mantıklı bir açıklama gelmiyordu aklına. Amcasına o kadar öfkeliydi ki. Halıya kahve dökmenin cezası böylesine ağır olmamalıydı. Hayır. Hayır. Bırak ağır olmayı, cezası olması bile saçmaydı. Elinden gelse ona bütün dünyayı, hatta evreni dar ederdi. Fakat yapamazdı. En ufak bir yanlış hareketinde sadece kendisine değil kardeşlerine de zarar vermesinden korkuyordu. Öylece durunca mutlu mesut yaşıyorlarmış gibi.
'Abi bu kadar canını sıkma. Hem sandığın kadar acımıyor. Burasının böyle kırış kırış olmasından hiç hoşlanmıyorum.'
Anglia' nın kaşlarının arasındaki parmaklarını avucunun içine alıp küçük bir öpücük bıraktı.
'Biliyorum Anglia. Sen ve Angle bu dünyadaki en en en güçlü savaşçılarsınız.'
Angle abisinin sözleri üzerine hemen ayağa kalkıp onun ceketini kendine pelerin niyetine kullandı. Süperman taklidi yapmaya başladı. Anglie' da hiçbir şeyi yokmuşçasına kardeşine katıldı. Birlikte ağabeylerinin etrafında dur durak bilmeyen bir dönme seansına tutuldular. Küçük olmak güzeldi. Her şeyi çabucak unutmak, kin beslememek, kaygısızca gülebilmek. Bu duygular şu an için ona öyle yabancıydı ki. Keşke çocuk olsam demezdi ama, keşke annem ve babam yanımda olsaydı ve onların gözünde hep çocuk olarak kalsaydım, derdi. Sırtını bir dağa yaslamak kadar rahatlatıcı bir duygu yoktu çünkü.
Biraz kardeşleriyle oynadıktan sonra onların yorgun düşen bedenlerini yatağa yatırıp amcasının yanına, salona gitti. Koltuğa yayılmış elinde içki şişesiyle oturan adama nefretle baktı. İçinden defalarca kez 'sakin ol' cümlesini geçirirken, televizyondan gözünü bir saniye olsun ayırmayan amcasının, 'Ne tepemde dikilip duruyorsun.' diye azarlamasıyla, alnındaki damarın attığını hissetti. Derince bir nefes alıp tepki vermemeye gayret etti.
'Bir hafta içinde kardeşlerim ve ben bu evden ayrılıyoruz.'
Gür bir kahkaha salonu doldururken Bay Walker televizyonun sesini kısıp Andre' ye döndü.
'Gidiyorsunuz öyle mi? Sokakta yatmanız benim için problem değil ama, bir ay boyunca sana ve kardeşlerine bakmamın karşılığını vermeden bir yere gidebileceğinizi mi sanıyorsun? Size karşılıksız baktığımı düşünmedin herhalde?'
Alayla gülme sırası Andre' deydi.
'Bence bunun karşılığını fazlasıyla elde ettiniz, her şeyimizi elimizden alarak. Ayrıca siz buna gerçekten bakmak mı diyorsunuz? O minicik bedenlere hiç acımadan vururken üstelik. Güldürmeyin beni.'
Suratına ne ara indiğini anlamadığı tokatla birlikte bedeni bir iki adım geriye doğru sendeledi. Son anda koltuğun köşesine tutunup dengesini sağlamayı başardı.
Defalarca yapmamalıyım diyen iç sesi bu tokatla birlikte farklı yerlere savrulmuştu sanki. Bu yüzden söylememesi gereken sözcükler ağzından dökülüverdi.
'Korkaksınız. Hatta siz hayatta gördüğüm en korkak insansınız. Babama çektiremediğiniz acıyı bana ve kardeşlerime çektiriyorsunuz. Kendi hatalarınızı bize yüklemeye çalışıyorsunuz. Gerçekleri görecek yürek yok sizde.'
Kelimeler ağzından çıktığı an pişman olmuştu fakat artık çok geçti. O güne dair hatırladığı son şey kendi bıçaktan sözleriydi. Sonrası ise karanlıktı. Çünkü bilinci kendisini terk etmişti.
Bedenin acısı, ruhun ya da kalbin acısını unutturur derlerdi. Andre' nin içi neden hiç geçmeyecekmiş gibi acıyordu o halde? Sanki bu kaba hareket daha fazla hapsetmişti onu karanlıkların içine. Daha fazla yakmıştı canını.
Sabahın erken saatlerinde vücudunun sızısına uyanmıştı. Gözlerini açtığı vakitten beri bu düşünceler kafasını dolduruyordu. Kalkacak mecali olmasa da beyninin beden yorgunluğundan nasibini almamış olması üzücüydü.
Unutmak ne büyük lütuftu. Bütün kötülükleri, hafızası sonsuz gibi görünen beyinden silip atmak, her şeyi bembeyaz bir kağıda çevirmek. Şu an o büyük hediyeden yararlanmayı ne çok isterdi. Bunun için kaç zaman geçmesi gerekiyordu? Kim bilir, belki yıllar yıllar sonra. Uzun da sürse bitecekti elbet. Kabuk bağlayacaktı kapanmayacak sanılan yaralar. Bazı zamanlar unutmanın acı verici olduğunu kabul ediyordu ama her şey zıtlığıyla bilinmez miydi? Bu dünyada saf ne vardı? Her şey biraz ondan biraz bundandı. İyilik varsa kötülük de olmalıydı. Gülmek varsa ağlamak da vardı. Olmamasına tercih ederdi.
Yaklaşan ayak seslerini duymasıyla, elinden geldiğince toparlanmaya çalıştı. Aniden verdiği kararla kimseye görünmeden direk odasına geçti. Kardeşlerini çabucak uyandırıp, on dakika içinde hazırlanmalarına yardımcı oldu. Sordukları soruları sonra açıklayacağını söyleyerek şimdilik durulmalarını sağlamıştı. Kapıdan dışarı göz attığında ortalıkta kimseyi göremeyince aceleyle dışarı çıktılar. Hızlıca otobüs durağına gittiklerinde çok geçmeden otobüs gelmişti. Yolculuk sırasında garipsenecek biçimde ikizler hiç konuşmamıştı. Andre uyku sersemi olmalarına verdi ve kendisinin bu hızlı tempoya nasıl dayanabildiğine hayret etti. İnsan bir konuda kararlı olunca sonuna kadar gidecek gücü kendinde bulabiliyordu demek.
Kafeye vardıklarında Asım Bey kasanın başında hesaplar yapıyordu. Daha dün aldıkları çalışanı berbat bir halde ve iki çocukla görünce koşarak yanına geldi. Hemen koluna girdi. Bu hareket Andre' nin bütün enerjisini tuzla buz etmeye yetmişti. Bacaklarının takati kalmadığından sendeledi. Yanındaki adam öyle güçlü tutuyordu ki Tanrı' ya şükür düşmemişti. Asım Bey bir taraftan ayakta zor duran bedeni taşımaya çalışırken bir taraftan da eşine seslenip ilk yardım çantasını getirmesini rica etti. Sonrasında olanları ise bayılmış olması sebebiyle algılayamadı.
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demlenen Kalp
RomanceKalbin yol göstericiliği olmasa, ruh aradıklarını bulabilir mi ki?