Andre'ye en güzel uyandırma şekli ne diye sorulsa, hiç şüphesiz ailesi tarafından öpülerek uyandırılma derdi. Şu andan itibaren en sözcüğünü bu durumda kullanamayacağına karar verdi. Çünkü kulağına ulaşan melodi beyninde tatlı tatlı dans ederken, sadece bedeni değil ruhu da ayağa kalkmak için can atıyordu.
Rüzgarın taşıdığı ezgi gitgide derinleşirken usulca ayağa kalktı. Dün bunaldığı için pencereyi açık bırakıp yatmıştı. Serin hava içine ürperti salınca camı kapattı. Gözleri boş sokağa kaydı. Günün en güzel vakti bu saatler olmalıydı. Gün ağarmamıştı fakat şafağın sökmesine az kalmıştı. Belki yirmi dakika kadar. Uykusu derin olmasa da genelde seslere uyanmazdı. Hayatına giren yeni insanlar dahil olmak üzere her şey onu şaşırtmaya devam ediyordu. Normal kalkma zamanına daha bir-bir buçuk saat vardı. Geri yatmak anlamsız geldiğinden ders çalışmaya karar verdi.
Odanın dışından pencereye yansıyan ışıkla kafasını oraya çevirdi. Umut' un yatağında olmadığını yeni fark ediyordu. Dün dersinin öğleden sonra olduğunu söylemişti. Bu saatte niye kalkmıştı ki acaba? Belki ders çalışacaktı ya da kendisi gibi sese uyanmıştı. Gereksizce niye buna takıldığına anlam veremedi. Kafa yormayı bırakarak kendine kahve hazırlamak için odadan çıktı. Oturma alanından Amerikan mutfağa geçerken Umut' un bir köşede namaz kıldığını gördü. Nasıl aklına gelmemişti? Müslüman ev arkadaşı vardı. İbadetlerini gerçekleştirmesi kadar doğal bir şey yoktu.
Bir yerde düşünememesine hak verdi. Hangi dinde olursa olsun çoğu kişi yapması gerekenleri yerine getirmiyordu. Dünyalık işlere öyle çok dalıyordu ki din hayatının köşesinde bir ayrıntı olmaktan kurtulamıyordu.
Kahve makinesini çalıştırdığında düşündükleri komik geldi. Kendisi bir dine bile bağlı olmadığı halde başkalarını eleştirmesi çok yanlıştı. Bu hakka sahip değildi.
Her daim bir Yaratıcının varlığına inanmıştı. Bazı şeyleri görmüyor olmamız onun yok olduğu anlamına gelmezdi. Gözlerimiz oldukça sınırlı yapıdaydı. Diğer organlarımız da aynı şekilde. Madem bedenimizi azami sınırlarda kullanıyorduk, o halde zihnimizin derinlerine inmeliydik ki ulaşamadığımız yerleri keşfedelim. Bizi diğer canlılardan ayıran aklımız değil miydi? Mantık süzgecinden geçirip hakikate ulaşmamız gerekiyordu o zaman. Ailesi Hıristiyan olsa da kendini hiçbir zaman oraya ait hissedememişti. Daha doğrusu bir dine bağlı olmak garip geliyordu. Her dinin kendine göre kuralları vardı. Yaratıcı tek olmasına rağmen herkes farklı şeyler yapıyordu. Bu mantığına yatmıyordu. Böylesi en iyisiydi. İçindeki boşluklara anlam veremese bile.
Kahvaltısını yaptıktan sonra içi içine sığmaz halde sokağa adımını attı. Yeni gün, yeni başlangıçlar, yeni hedefler... Havayı dolduran müthiş coşku. Edinburgh bile bu sevinci kıskandığından hiç olmadığı kadar güneşliydi bugün. Günlerce süren yağmurun ardından çekmişti karar bulutlarını, umuduna destek olmak ister gibi. Andre' nin adımları birbirini takip ederken bütün doğa ona eşlik ediyordu. Yaprakların kıpırtısı, kuşların ötüşü, havanın ılık esintisi. Hepsi dudaklarının kıvrımını genişletiyordu.
Okuldan içeri girdiğini gören herkes şaşkındı. Sanki anlaşmış gibi Andre'nin etrafında daire şeklinde toplandılar. Kimisi baş sağlığı diliyordu. Kimisi geri dönmesine çok sevindiğini dile getiriyordu. Kimisi tatlı sitemlerini sunuyordu. Her ne kadar kızgınlıklarını söyleseler de Andre' yi anlayışla karşılamışlardı.
'Yalnız olmak istediğini anlıyoruz dostum ama en azından bir mesaj atsaydın. Her şeyi duyduk. Bundan sonra bir sıkıntın olursa haber ver. Elimizden geldiğince yardımcı oluruz.'
Collin' in omzunu sıktı dostça. Biliyordu yardımcı olurlardı. Ailelerine karşı gelecek olsalar dahi hem de. Onları zor durumda bırakmak istemediğinden mesafe koymuştu aralarına. Kendi bazı sıkıntılar çekiyor diye başkalarını dertleriyle boğamazdı.
'Benim derse gitmem lazım beyler. Muhabbete sonra devam ederiz. Baya geri kaldım zaten'
Tebessüm ederek ilerlerken arkadaşlarının şikayetlerini duyabiliyordu.
' Hiç değişmeyeceksin Andre. Hala ders ders deyip benim sinirlerimi bozuyorsun.'
'Yokluğumda çalışmalarını yavaşlatmış olduğunu düşündüğümdendir belki Ronny. Hem sizin dersiniz yok mu?'
'Yarım saat var daha bizim derse, sen geç kalma.'
Mutlulukla merdivenleri çıkarken Lynde' nin bakışlarıyla karşılaştı. Yüzündeki gülümseme yavaşça solup yerini ifadesizliğe bıraktı. Okulun kapısının önünde dikiliyordu. Mavi gözleri donuktu. Perişan gözüküyordu. Gözlerini kaçırdı. Ona karşı kendini kötü hissediyordu. Lynde' yi sevmemesi onun suçu değildi. Yine de kendi yüzünden üzülüyor olması hoşuna gitmiyordu. Çok fazla seveni varken kendisi gibi birini neden seviyordu ki? Bir gün duygularının biteceğini umuyordu. Çünkü bu tarz şeylere ayıracak vakti yoktu. Üzerinde yeterince sorumluluk vardı. En ufak bir hareketini yanlış anlamasından korktuğu için ondan tarafa bakmadan binadan içeri girdi.
Lynde ise arkasından hüzünlü gözlerle sırtını izlemeye devam etti. Uzun zamandır görmek için can attığı insan öylece uzaklaşıyordu. Onun için akıtmadığı gözyaşı kalmamıştı. Kocaman sarılıp her şey geçecek diyeceği günleri beklemişti. Yalnız acı çekmesin istemişti. Geldiğini duyunca direk bahçeye çıkmasına rağmen umursamayan gözlerle karşılaşmak kalbine bin kat acı vermişti. Tek kelimesi bile hasretine merhem olurdu oysa. Rüzgarda uçuşan sarı saçları akan gözyaşlarını gizlerken ondan vazgeçemeyeceğini bir kez daha anlamıştı
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demlenen Kalp
RomanceKalbin yol göstericiliği olmasa, ruh aradıklarını bulabilir mi ki?