14. Bölüm

444 59 4
                                    

Dün her şey rüya gibiydi. Andre hala o düşün içinde hissetmekten kendini alamıyordu. Hümeyra' nın gülümsemesine hapsolmuştu bütün duyuları ve kalbi. Hele hele o yeşilin içindeki kahverengi hareler aklını başından almaya yetecek güzellikteydi. Hümeyra' nın gözlerine kadar ulaşan mutluluk parıltılarının kalbini durdurmasından korkuyordu. Ruhu böylesine coşkuluyken gerçek dünyanın acımasız gerçeklerine dönemiyordu, dönmek istemiyordu. Fakat incelemesi gereken önemli dosyalar vardı. Bu yüzden istemese bile uyanmak zorundaydı. Bunlar sadece kelimelerden oluşan kağıt desteleri gibi görünse de terk edilmiş bir ev kadar soğuk ve acımasız geliyordu Andre' ye.

Amcasının yaptığı haksızlıkları düzeltmek için çabalıyordu uzun zamandır. Hatta elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Amcası babasının bütün mal varlığının üzerine konmuştu. Bu da yetmiyormuş gibi kendilerine eziyet etmekten geri durmamıştı. Yaptıklarının bedelini ödemeliydi. Zaten hukuğu okumasının nedeni, haksızlıklara karşı bir nebze olsun dur diyebilmek değil miydi?

On beş gün içinde her şey tamamlanmış olacak ve rahatlayacaktı zaten. Eksik bir ayrıntı olmayacağından emin olana dek gecesini gündüzüne katıp son hazırlıklarını yapması gerekiyordu. İşine tümüyle konsantre olabilmesi için dava bitene kadar bütün hobilerini, sadece kafasını değil kalbini de meşgul eden aşkını askıya almalıydı. İmkansıza yakın olsa bile. Enerjisinin canlı kalması için dün lunaparka gitmeyi kabul etmişti. Dava sonuçlana kadar bununla yetinmeliydi.

Oturduğu sandalyede kafasını geriye yaslamış ofisin tavanını incelerken aklındaki düşünceler bunlardı. Bütün engelleri atladıktan sonra bir aylık tatili hak etmiş olacaktı. Her şey yolunda giderse geri alacağı evde bir süre yazılarına gömülmeyi arzuluyordu. O ev özeldi. Yaşanmışlıklar kolay unutulmuyordu. Beyin ihanet etmediği sürece de Andre' nin unutmaya niyeti yoktu.

Daha fazla oyalanmadan kendine bir kahve koydu ve kollarını sıvayıp kelimelerde kaybolmaya hazırlandı.

///

Hayat, şartlar ne olursa olsun yaşamaya değerdi. Çünkü evrendeki her şeyin bir hikmeti vardı. En azından Hümeyra böyle düşünüyordu. Ona göre sıkıntı çekiyorsak sabretmeliydik, çekmiyorsak başkalarına yardım ederek onların mutlu olmasını sağlamalıydık. Zorlukların da iyiliklerin de mükâfatı ahirette kat kat fazlasıyla veriliyordu. O zaman neden her şeyden şikâyet ediyorduk? Neden her şeyin birer nimet olduğunu görmezden gelmeye devam ediyorduk? Neden her doğan güneş, her yaprağın kımıldanışı, her kuş ötüşü mutluluk kaynağımız olmuyordu? Bütün hücreleri bunu anlamaya çalışsa da anlayamıyordu Hümeyra. Doyumsuzluk kozasından çıkmayı beceremeyen topluluğu anlayamıyordu.

Nefsin kölesi haline gelmişti insanlar. Hep daha fazlasını istiyordu ya da dikenlere takılıp gülün varlığını hiçe sayıyordu. Mutsuzluk için sebep aramak yerine mutluluk için çare aramak gerektiğini fark edemiyordu.

Hayat, yaşamasını bilene güzeldi, inanana güzeldi, yüreğini besleyene güzeldi. Bir düşünce bile yeterdi etrafı pamuk şeker görmeye.

Hayatın gerçekleri vardı elbet. Savaş vardı. Açlık vardı. Zülüm vardı. Bunları görüyordu. Üzülüyordu. Kızıyordu. Ama ahh vah etmek işe yarasaydı dünya mükemmel olurdu. O yüzden sürekli söylenmek yerine Rabbine sığınıyordu. O' na açıyordu her derdini. Sıkıntılarına derman olacak tek yere yöneliyordu.

İş çıkışı uğramayı sevdiği, doğanın ve çocukların sesinin sarmalandığı parktaydı. Çoğu zaman eve bitmiş halde döndüğünden gelmeye fırsatı olmuyordu. Bugün mesaiye kalmayınca fırsatı değerlendirip, soluğu burada almıştı. Yeşilliklerin arasında içine dönmenin tadı bir başka oluyordu. Onca yoğunluktan sonra bu atmosfer terapi gibi geliyordu. Düşüncelerinin oradan oraya koşuşturmasını, tefekkür etmeyi seviyordu.

Eskiden buraya gelip ikizlerle oyun oynardı. Artık büyüdük biz tavrına büründükleri için gelmeyi bırakmıştı sevimli cadıları. On bir yaşında ne kadar büyümüş olabilirlerse artık. Zamane gençleri diyerek gülümsedi. Hangi ülkede olursa olsun bazı şeyler hiç değişmiyordu. Halbuki kendisi yirmi sekiz yaşında olmasına rağmen kimse yokken salıncakta sallanmaya bayılıyordu. Yanında arkadaşı varsa tahtıravalleye binmek favorisiydi. Evlilik fikri böyle çocuk ruhlu biri için nasıl ütopik gelmezdi ki? Bir yerden duymuştu. 'Büyümek sadece yaşlanmak. Bir ruh ne kadar büyüyebilir ki?' Ne harika sözdü. Sanki söyleyen Hümeyra' yı düşünerek söylemişti. Annesi de anlayabilseydi keşke. Bir yerde haklıydı. Fakat arada bunalmıyor değildi. Olsun laf söylese de iyi ki yanındaydı, iyi ki laf söyleyecek bir annesi vardı.

Tek çocuk kalmayana dek orada oturduğunu ancak daire şeklindeki parkın çevresini saran lambalar, sarı loş ışığa bürününce fark etmişti. Yemeğe yetişmesi için kalkması gerekiyordu.

BÖLÜM SONU


Not: Durgun bir bölümdü. Daha çok düşünceler ön plandaydı. Kısa yazdığımın farkındayım, fakat inanın uzun yazamıyorum. Okuyanlar kendini belli ederse çok sevinirim. Allah' a emanet olun. ^^

Demlenen KalpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin