1. Bölüm

95.9K 1.4K 78
                                    

Hala gelmedi. O kadar uzun zamandır bekliyordum ki... Upuzun bir off çektim. Kafamı, milyonuncu kez incelediğim ayakkabılarımdan kaldırıp etrafıma baktım. Kalabalık daha da artmıştı. Tam 28 dk boyunca sarının en berbat tonu olan halk otobüsünün yolunu gözlüyordum, umutsuzca... Sanırım ilk ders için etkileyici bir özür mektubu yazmalıydım. Böyle giderse yetişmem mucize olurdu zaten.

Tekrar ve tekrar ayakkabılarımı inceliyordum ve inanmazsınız; son incelediğimden bu yana hiçbir şey değişmemişti. En sonunda ufukta otobüs gözükmüştü. Otobüsün uzaktan gelişi, durakta büyük bir hareketliliğe sebep oldu diyebiliriz. Sonunda beklenen sarı çirkin şey -Artık birbirimize lakap takacak kadar yakın olduğumuzu düşünüyordum.- durağa ulaştığında daha kapılar açılmadan içeri girebileceğini düşünüp yüzünü cama gömen insanları gördüğümde yüzümü buruşturmadan edemedim. Öyle bir çabalıyorlardı ki sanki camın içinden geçebililecekler hani. Bir ara cidden beni de ikna etmişlerdi, sadece kısa bir an için.

"Yaşamak istiyorsan yemeğin için savaş!" Konuyu bu kadar dramatize etmeye gerek olmadığını düşünüyorsanız buradaki kalabalığı görmüyorsunuz demektir ki zaten görmüyordunuz. Neyse.

İtiş kakış derken duraktaki herkes otobüse binmiş, sanki bana yer kalmasın diye boşlukları da doldurmuşlardı. Ama sıradaki otobüsü beklemek gibi bir lüksüm olmadığı için kapı ağzında kalmayı göze alarak kendimi otobüse ittirdim. Şu an öyle bir pozisyondaydım ki kapı kapansa arada telef olurdum. Vuuuv. Korkunç.

Ter kokuları ve vıcık vıcık insanlarla kat edilen bir duraklık mesafeden sonra araba durduğunda bizim duraktaki kadar kalabalık bir kafile sarı çirkin şeye binmek için yarışıyordu. Daha ne kadar sıkışabilirdik ki? Ya da daha ne kadar kötü olabilirdi ki? Aaaa, hayır! Sormadım farz edin.

Arabaya ter kokusu hakim demiştim, artık alkol de kokuyordu. Hem de kokunun kaynağı önümdeki uzun boylu çocuktu. Ben dışarıya, o ise otobüsün içine dönük bir şekilde olduğu için tam yüz yüze bakıyorduk. Aslında gözleri açık olsaydı göz göze bakabilirdik, ama şu anda bu pek mümküm değil gibiydi. Ya ayakta uyuyor ya da ayakta uyumak üzereydi. Artık ne kadar içtiyse. Çocuğu incelemek aklıma yeni gelmiş gibi gözlerimi gözlerinden çektim - tekrar söylüyorum, gözleri kapalı. Ama ben ısrarla gözlerine baktığımı iddia ediyorum.-. Kalabalıktan fırsat bulup onu baştan ayağa süzdüğümde karşımda uzun dağınık saçlı, yüzüne bakıldığında hafif serseri tipli ama üzerindeki kıyafetlerin hepsinin marka olduğunu belli edecek kadar şık ve temiz biri duruyordu. Sonuç: Havalı, yakışıklı, ideal sevgili. Yine de SARHOŞ. Kafamı onun müsade ettiği kadarıyla dışarıyı izlemek için çevirdim ve manzaraya odaklanmaya çalıştım.

Yol olabildiğince yavaş bir şekilde akarken artık içeridekilerle kardeş olma kıvamına gelmiştik. Havanın güneşli olması da ayrı bir ceza. Bir ağırlık.. Kabul edin, sağ omzumun sol omzumdan daha aşağıda durmasını, omzuma düşen bir kafadan başka bir şeyle açıklayamazsınız. Hele de karşımda uyuyup uyumadığını anlayamadığım bir sarhoş varsa. Kafamı sağ omzuma doğru çevirdiğimde burnuma ter kokusunu paramparça eden bir parfüm kokusu doldu. Ama o parfüm kokusunu da geçen alkol kokusunu gözardı edemeyeceğim.

Kokusunun etkisi unutmamı sağlayabilecekmiş gibi kafamı sağa sola salladım. Şimdi daha büyük problerimiz vardı. Konuyu özet geçecek olursak şu alkol kokan yakışıklı ve gözlerini göremediğim çocuk, kafasını omzuma koymuş ve artık kesinlikle uyuyordu. Hatta bir ara omzumdaki en rahat yeri bulmak istercesine kafasını hareket ettirip tekrar yattı. Yok artık. Resmen bütün yükü omuzlarımdaydı. Espri yapmıyorum, gerçekten. Tüm yükünü omuzlarıma vermişti. Bacaklarım buna daha fazla dayanamayacağının sinyallerini verince elimi kaldırıp yavaşça omzunu dürttüm. Tepki yok. Aynı şeyi periyodik olarak birkaç kez yaptığımda aldığım tepki yüzünü buruşturmasından öteye gidememişti. Ne yani, illa omzunu mu oymalım? Peki, sen istedin. Bu sefer daha sert bir şekilde dürttüğümde hafifçe gözlerini araladı ve yüzüme baktı. MAVİ. Gözleri maviymiş. Onu ittirdiğim için dengesi bozulmuş olacak ki sallanmaya başladı. Bense en başından itibaren söylediğim gibi gözünün içine bakıyorum. Her şey birden ağır çekimde hareket etmeye başladı. Herkes susmuştu. Otobüs daha yavaş gidiyordu artık. Sanırım aşık oldum? Filmlerde hep öyle oluyordu.

Olamaz! Her şeyin ağır çekimde olmasının benim aşık olmamdan daha mantıklı bir sebebi varmış. Mesela bir sonraki durağa gelmiş olmamız gibi. Puflayarak tekrar önüme döndüğümde otobüs hala yavaşlıyordu ve mavi gözler... Benden uzaklaşıyordu? Ama daha otobüs durmamıştı. Daha aklı selim bir şekilde incelediğimde çocuğun omzunu dürttüğümden beri hala dengesi sağlayamadığını farkettim. Düşüyordu...

Ne yapsam diye düşünürken çocuğu kaybetmek üzereydik. Kalbimin adrenalinden beynime kan pompalamadığı bir anda karar verdim ve elimi ona doğru uzattım. Şaşkınlıktan daha daha açılmış mavi gözleri elimi bulduğunda birden elimde bir sıcaklık hissettim. Ohh, bunu da hallettik. Artık tek sorun beraber düşüyor olmamızdı.

Gözlerimi kapatıp yerle buluşma anıma kendimi hazırladığımda sadece yumuşak bir zeminle hızlı bir buluşma ile karşılaştım. Düşerken attığım çığlıktan da bahsetmeden geçemeyecegim. İyidir, bu da iyidir. Gözlerimi açtığımda tıklım tıklım bir otobüse ve kalabalık bir durağa rezil olmama sebep olan alkolik çocuk gözlerini sımsıkı kapatmış ve acı çeker gibi inliyordu. Umrumda mı? Hayır. Şu an bir an önce bulunduğum durumu analiz edip bir sonuca ulaşmalıydım. Yoksa 19 yıllık hayatımdaki şu yanakların kızarması olayının doruklarına ulaşacaktım.

Artık çocuğun üstünden kalkmak gibi dahiyane(!) bir fikri ne kadar uzun süre düşündüysem, bizi izleyenlerden bazıları telefonlarını çıkarıp fotoğraflarımızı çekecek kadar vakit bulmuştu. Ah bir bu eksikti. Artık evde ailecek izler, bir güzel gülerlerdi. Sanırım günün tek tesellisi etek giymemiş olmamdı. Bakın, içimdeki Pollyanna da buradaymış.

Hızla üstünden kalkıp üstümü silkeledim ve çantamdan çıkan bir iki eşyayı da eski yerlerine yolladıktan sonra sarhoş mavinin yüzüne bakmadan oradan uzaklaştım. Offf. Onun yüzünden bir de üç durak erken inmiştim. Gerçi bizimki biraz zorunlu iniş sayılırdı ama neyse.

Yolda giderken yığınla boş vaktimi başıma gelenleri düşünerek geçirdim. Birisi gelip başıma bunların geleceğini söylese otobüsün iki kapısının arasında sıkışıp telef olmayı tercih ederdim sanırım. Kafamı toplayıp saatime baktığımda yüzümde oluşan buruk gülümsemeyi tahmin edebiliyordum. "Birinci derse yetişirim mi diyordun? O halde ikinci derse de el salla."

Merhaba, merhaba, merhaba. Şimdi şöyle giriş yapayım: Bu bir hikaye. :D Farklı olmasını istediğim yanıysa üslubu. Ayrıca giriş kısmı olduğu için kısa oldu. Ama bilirsiniz, bu işler böyledir.. :D Karakterler hakkında bilgileri hikaye içerisinde sunacağım.

Mavi Huydur Bende -Ara Verildi.-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin