26. Bölüm

17.5K 1K 141
                                    

Merhaba. Bölüm içerisinde hoşunuza giden paragrafların altına yorum düşerseniz sevinirim. İyi okumalar. :)

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde küçük bir kız yaşarmış. Bu kız, medeniyetin uğramadığı bir ormanda daldan dala atlayarak mutlu mesut büyüyormuş. Sonra bir gün ormana kötü mü kötü, şişman mı şişman teyzeler gelmiş. Küçük kız, teyzelerin ne kadar kötü olduğunu bilmediği için onlarla tanışmaya gitmiş.

İşte her şey, o lanetli günde olmuştu. Küçük kız, oturduğu koltuğun şeklini alabilen teyzelerin yanına gittiğinde hunharca yağlı yiyeceklerle doyurulmuş ve yine hunharca Ankaralı Turgut'un şarkılarında oyun havası oynamak zorunda bırakılmıştı.

Ah, bununla biteceğini sandınız, değil mi? Ama bitmemiş. Son darbe, kafilenin en şişman teyzesinin küçük kızın üstüne oturmasıyla gelmişti. Zavallı kız orada fotokopi kağıdı kadar incelerek can vermiş. Ahh! Sonunda gerçek hikayeyi öğrendiniz. Bu hikayedeki fotokopi kağıdı bendim. Beni ezdiler. Yani ben aslında yoğum. Bunu sizden saklamak o kadar zordu ki... Neyse. Artık biliyorsunuz. Şöyle bir düşününce ben aslında olmadığıma göre tüm ihale Davut kardeşe kaldı. Gördünüz mü, bu olaydan da böylelikle sıyrıldım. Şimdi o düşünsün.

Sizce de çok mantıklı bir bahane değil mi? Hiç mi? Birazcık bile mi? Sarhoş mavi yemez diyorsunuz yani? Anladım. Yine bütün suç benim üstüme kalacaktı işte. Puff. Babasının akrabalarının yanında anne tarafına, annesinin akrabalarının yanındaysa baba tarafına çektiği iddia edilen vasıfsız evlat gibi hissediyordum. Suçum ne hakim bey?!

Duyduğum çığlıkla gözlerimi kırpıştırdım ve gördüğüm manzaraya ben de bir çığlık kopartmadan edemedim. Arka planı, zalımın kızı ve çırpınışları tarafından doldurulmuş bir dövüş sahnesiyle karşı karşıyaydım. Davut, yerde boylu boyunca uzanmış, sarhoş maviyse onun üstüne çıkmış yumruk atmaya devam ediyordu. Bir, iki üç, dört... Lanet! Çoçuk, resmen adı Davut diye dayak yiyordu ya hu! Sarhoş mavinin Davut'un suratında patlayan 'el bombası'yla refleks olarak bir adım öne atladım ve Kıvanç'ın havadaki koluna dokundum.

Tutmaz olaydım. Keskin mavi gözleri yüzümü bulduğunda intihar etmek için kendini inşaattan aşağıya atıp ölemeyince 'Abi Allah rızası için yardım edin.' diye bağıran adamın pişmanlığını yaşamıştım resmen. Mavi gözlerinin içinde yakaladığım kırmızı pırıltılar bende görünmez olma isteği uyandırmıştı. Peki ben ne yaptım, olamadım. Zaten ben görünmez olamazdım ki. Kim olabiliyordu o zaman? Anlaşıldı, beynimin düşünen tarafı yine erkenden paydos vermiş.

"Kıvanç, dur lütfen."

"Lanet olsun, adam sana resmen asılıyor, sen de onu mu koruyorsun?"

"Alakası yok. Yeter artık. Daha fazla vurma. Öldüreceksin!"

"Ölürse kendini şanslı saysın."

Upss! Sinirli sarhoş mavinin yanlış anlamaları... Tamam sarhoş mavi, abartma sen de. Hem bak bıraktım kolunu, Davut'un ağzını burnunu kırabilirsin. Cidden bak. Karışmıyorum. Kendi kaşındı zaten, salak. Ama sonra internete fotoğraflar düşünce 'Ay burada çok sinirli çıkmışım, burada gözüm kapalı, ay bu fotoğrafta çok çirkinim.' diye bana gelme. Bir dakika, bir dakika! İnternete... Neler düşünce? Tabi ya?! Gizli Çekim? Fotoğraf? Lanet! İnternette tek fotoğraf bile olmamalıydı. Babam görürse kesinlikle biterdim. Bu kadar kalabalığın içinde fotoğraf çekimini nasıl önleyecektim ki?!

Planlarda ufak bir değişiklik yaptık Derin: Davut ölürse ölsün, öncelik bu kalabalığı boşaltmak! Herkes saf saf ne olduğunu anlamaya çalışırken önceden gizemi çözen zeki dedektif edasıyla canlı müzik yapılan sahneye çıktım ve mikrofonu kaptım. Sahnenin arkasına geçip kocaman bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladım. Hadi Derin, yaparsın!

Mavi Huydur Bende -Ara Verildi.-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin