20. Bölüm

20.8K 1K 125
                                    

Onun için önemli olduğumu sanmıştım. Ne aptallık ama. Ahh! Şu an da yaşadıklarım... Bu şey gibiydi. Ağzınıza bir yudum su aldıktan sonra ritim tutarak gargara yaparken bir repçi moduna girip kendinizi Sagopa Kajmer gibi hissederdiniz ve tam o anda su, boğazınıza kaçtığı için Arsız Bela olurdunuz. İşte biz buna hayat diyorduk ve ben bugün, onun gerçek yüzüyle tanışmıştım.

Onu boğmak istiyordum. Bunu defalarca kez istemiştim ama hiç bu kadar istememiştim. Anlıyor musunuz? Kesinlikle onu boğacaktım. Ah şu haline bakın, ağzı yüzü morluklarla dolu. Yüzünde iz kalır inşallah sarhoş mavi! Töbe! Töbe Allah'ım. Kalmasın iz. Bir daha demeyeceğim, töbe.

Görüyorsunuz, değil mi? Bu bir savaştı ve en önemli cephelerden biri olan kalbimi düşmana kaptırmıştım. Beddua bile edemiyordum ya hu. Artık ne kadar uğraşırsam uğraşayım ülkemin selameti düşmanın kararlarına bağlıydı. Off, durum çok vahimdi anlayacağınız..

Ortam kısa bir süre öylece donup kalmıştı sanki. Herkes şaşkındı ve üzerimizdeki şaşkınlığı atmak için süre gerekiyordu. Eveeet, şaşkınlığı üstünden ilk atan kazanır... Ben attım. Kaybettin sarhoş mavi.

Ben arkamı dönüp iki dakika önce endişeli bir şekilde girdiğim kapıdan  cenaze evi havasında çıkarken arkamda ritmik adım sesleri duyuyordum. Merdivenlerden iniyordu. "Derin." Sesi 'Gitme, kal sevgilim.' yerine 'Neden geldin, neden gidiyorsun?' tonundaydı. Hain sarhoş mavi!

Onu seviyor olabilirdim ama bu, onun yaptıklarının altında kalacağım anlamına gelmiyordu. Ben hiçbir zaman verecek cevabım olduğu halde konuşmamazlık yapmamıştım ki! "Derin, bekle!" Bir sus sarhoş mavi! Bir şey anlatıyorum.

Hah, mesela lisedeyken benden demli bir çay isteyen hocaya çayını verdiğimde bana getirdiğim çayın demli olmadığını ve çayı değiştirmemi söylemişti. Ben de çayın demli olmasının göreceli bir kavram olduğundan bahsedip "Bu çay, bundan daha açık bir çaya göre demli. Yani eğer bu çayı beğenmediyseniz bir dahaki sefere nasıl bir çay istediğinizi daha düzgün tarif etmelisiniz." demiştim. Sonrasında da müdüre gitmek zorunda kalmıştım ama şu anda konumuz bu değil. Neyse. Konumuz çay da değil.

Normalde bana çoktan yetişirdi. Yani sarhoş maviden bahsediyoruz. Adamdan hiçbir şey kurtulamıyor, bana mı yetişemeyecek? Sanırım bugün istisnai bir durum olmasının sebebi, şoku atlatma sürecinden hala çıkamamış olmasıydı.

Uzun bahçe yolunu yarıladığımda düzensiz nefesleri ve kendi doğal kokusu, duyu organlarımın radarına yakalanmıştı. Ahh, kokusu...

Kolumda hissettiğim elinin vücuduma yolladığı titreme hissi, suya taş atınca oluşan dalgalar gibi büyüdükçe silikleşirken onun yerinde oluşan boşlukları öfke dolduruyordu. Kolumu hızla çektim ve artık bana fazla gelen bu öfkeden onun nasibini de zevkle verdim.

"Biliyor musun; bundan iki gün önce bana, seni siyahtan arındırıp rengarenk yapmama ihtiyacın olduğunu söylediğinde bahsettiğinin bu olduğunu bilseydim, başkalarına gerek kalmadan yüzünü ben morartırdım." Bunu söylerken ima dolu bakışlarımı önce yanağında sonra da dudağının kenarında gezdirmiştim. Rengarenk mi olmak istiyordun sarhoş mavi? Birileri seni böyle morarttığına göre bu konuda bana ihtiyacın kalmamış. Başkaları da sana renk verebiliyormuş, baksana; artık gayet renkli bir yüzün var.

Çıplak ayakla gelmiş. Salak, hasta olacak. "Gidiyor musun?" Sesini çözemiyordum, bakışlarını okuyamıyordum. Gerçi gitme dese de gidecektim ki. Yalancı sarhoş mavi. "Evet, peşimden gelme." Zaten ayakların çıplak. Ayakkabın yok mu senin?

Daha arkamı döner dönmez özlemiştim. Gerçekten bak. Mesela mavi gözlerini unutmak için sahillerin yeni müdavimi olup deniz mavisiyle idare etmeye çalışacaktım. Kokusunu da erkek parfümleri satan bir mağazadan bulurdum. Saçlarını özlersem onun gittiği berberi öğrenip saçlarını kestirmeye gelirse bana haber vermelerini ya da kesilen saçları atmamalarını söyleyip onları saklardım. Ta-daa! Alın size zor durumlar için ekonomik boy bir Kıvanç.

Mavi Huydur Bende -Ara Verildi.-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin