2. Bölüm

27.6K 1.1K 53
                                    

İlk iki dersi ekmiştim, mecbur kalmış da olabilirdim ama şu anda bu önemli değildi. Eğer üniversite birinci sınıf öğrencisiyseniz ilk derslere yetişememiş olmak bir sonrakilere girmemek için harika bir sebep olabiliyordu. Sanırım şu anda derste olmamamın sebebi de bu. Harika, değil mi?

Bahçede dizili olan masalardan birine oturmuş -gerçeği söylemek gerekirse sandalyeye yayılmış ve kafamı masaya gömmüş bir şekilde- vakit öldürüyordum. Kişi başına yaklaşık 37 numara bir ayakkabının kapladığı alan kadar yer düşen bir otobüse binmiş ve otobüsten hiç de hoş olmayan bir şekilde inmiş biri olarak masada dimdik oturamazdım ya. Yaşam enerjim vakumlanmıştı resmen.

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum ama masadaki sandalyelerden birinin çekilme sesini duyduğumda kafamı yavaşça kaldırdım. Kumru gelmişti. Göz göze geldiğimizde sanki gülecekmiş de ayıp olmasın diye gülmüyormuş gibi bir ifadesi vardı. Yüzümde bir şey mi vardı? Ya da belki saçlarımın şu anda kuş yuvasından bir farkı yoktur, hangi kızın saçları bu kadar rüzgara maruz kaldığında düzgün dururdu ki? Yine de eğer birini seçmek zorunda olacaksam, ben birincisini seçiyordum.

Kumru'nun yüzüne dikkatlice baktığımda gülümsemeden edemedim. Onun da ruh hali benimkinden pek farklı sayılmazdı. Düşünsenize, az önce dersten çıktı.

"Kahve alacağım, ister misin?" Soruyu sorar sormaz iki dakika önce oturduğu sandalyeden kalkıp kafeteryaya doğru yürümeye başladı. Eee, bi cevap falan beklemesi gerekmez miydi ya hu?

"Ben de istiyorum. 2 şeker at." Masadan uzaklaştığı için bağırarak söylemek zorunda kalmıştım. Aovvv! Kural 1: Toplum içinde bu kadar bağırma. Yoksa herkes sana yüzünde bir şey varmış gibi bakar. Ama eğer bağıran kişi bensem yüzümde gerçekten bir şey olabilir. Şaka şaka, o kadar da değil.

Kumru gelmeden önce ben de çantamdan telefonumu çıkarıp saate baktım. 13:47. Eve gitsem de yapacak pek bir şeyim yoktu. Tek başıma yaşıyordum. Ailem Ankara'daydı. İşte şu noktada İstanbul'da bir üniversite kazanmak özgürlüğü temsil ediyordu.

Kumru elinde iki bardak dumanı tüten kahveyle karşımda dikildiğinde aklıma takılan bir soruyu ona sorup muhabbeti açmış oldum.

"Yerime imza attın, değil mi?" Eğer imza atmadıysa büyük bir ihtimalle tekrar etmem gereken koskaca bir yıl olacaktı. Yani fazla abartmış olabilirim ama eğer devamsızlık hakkım varsa bunu daha gerekli zamanlarda kullanmayı tercih ederdim doğrusu. Kumru, kahveleri masaya bırakırken bir yandan da beni cevaplamaya başladı.


"Hiç sorma ya. İfşa olduk." O kahvesinden bir yudum alırken ben de soruları sıralamakla meşguldüm.
"Ne, nasıl yani? Hoca benim yerime imza attığını mı anladı?"
"Teorik olarak evet. Yani koskaca anfide elli kişi varken yetmiş altı kişinin imza atmış olması hocaya biraz fikir vermiş olabilir."
"Umarım meseleyi ciddiye almaz. Sonuçta alt tarafı bir imza."

Konunun sonuna geldiğimizin sinyalini veren klasik kafa sallama hareketi geldiğinde kahvemin tadına baktım. Şekersizdi...

Bir süre sonra ona bu sabah olanları anlatmadığımı fark ettim. Aslında bu olayın kimseye duyulmadan geçmişte kaybolması taraftarıydım ama Kumru biraz gülmeyi hak ediyordu. Sonuçta bütün derslere girmiş gözüküyordum.

"Bu sabah ne oldu biliyor musun?" gibi klişe bir cümleyle başlayıp başımdan geçenleri ona bir bir anlattım. Sonunda sustuğumdaysa Kumru kahkahalarla gülüyordu. Anlayacağınız bol miktarda "Kural 1" ihlali vardı. Herkes yine bize bakıyordu.

"Na- nasıl yani?" Bir kahkaha daha. "Birlikte otobüsten mi fırladınız?" Bir kahkaha daha. Buna ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum. Tamam belki gülmeyi hak ettiğini söylemiş olabilirdim ama bu kadarını hak etmek için bütün yıl yerime imza atması falan gerekirdi herhalde. Daha fazla gülerse gerçekten kahvemin dibini suratına yedirecektim. Ya da içirecektim, neyse.

Evet, muhabbetimiz Kumru'nun son on dakikadır kahkaha atmasıyla kesilmişti. Saate baktığımda artık eve gitmem gerektiğini anlayıp çantamı elime aldım. Zaten insanların "Kızlardan biri kahkaha atarken öbürü neden gülmüyor, acaba yüzünü mü gerdirdi?" temalı bakışları altında pek de rahat edilmiyordu.

Ayağa kalktığımda Kumru; "Derin, dur biraz. Gidiyor musun?" dedi ve inanmazsınız, hala gülüyordu. Puff. "Farkındaysan bugün derslere girmedim ve vizeler yaklaşıyor. Hiç değilse eve erken gidip bir şeylere bakayım da vicdanım rahat etsin."

Kısa bir vedalaşmanın ardından okuldan çıktım ve durağa gittim. Bilin bakalım aklıma kim geldi? Doğru tahmin. Sarhoş mavi.

Onu kafamdan atıp beklemeye başladım. Bu sefer sarı çirkin şey erken gelmişti. Hemen binip eve geçtim. Evim -kiracıydım.- iki odalı klasik bir öğrenci eviydi. Ev tek bir kişiye göre sıkıcı ve büyük olduğu için okulun duyuru panosuna bir ev arkadaşı ilanı asmayı planlıyordum. Onu da bugün aradan çıkartmalıydım.

Ama öncelikle üstümdeki darpaçadan ve sporcu atletinden kurtuldum. Zaten bu kıyafetlerle yerleri bile süpürmüştüm resmen. Çok pis hissediyordum. Allah'tan spor giyinen ve giyim tarzında güzellikten çok rahatlığa önem veren biriyim de bugn bir de eteğimin havalanmasıyla falan uğraşmadım.

Yeterince temiz hissedemediğim için olsa gerek önce bir duş aldım ve üstüme bir tişörtle kısa şort geçirdim. Son olarak şu ev arkadaşı şeysini halledip saat ne kadar erken olursa olsun kendimi yatağa bıraktım.

Sonuçta bugün uyumaktan başka bir şey yapmamıştım. Artık vücudum da yadırgamıyordu hem.

***

Bu aralar en çok dinlediğim şarkının sesiyle yüzümü buruşturdum. Tanıştırayım, alarm sesim. Kafamı yastıktan ayırmak için verdiğim insanüstü çaba takdiri hak ediyordu doğrusu. Bir de bütün gün uyumuş gibi hissetmem gerekiyordu, değil mi? Maalesef.

İlk derse sadece bir saat vardı. Hızlıca yataktan kalktım ve yüzümü yıkadım. Aynaya baktığımda gördüğüm şişmiş gözaltlarım bana sırıtıyordu adeta. Harika. İçeri geçip üstüme "New York" baskılı siyah bir tişört ve kot şort giydim. Gözaltlarım için biraz kapatıcı sürdükten sonra panoya asmak için hazırladığım ilanı çantama attım ve evden çıktım.

Sarı çirkin şey bugün boştu, hayret. Otobüse bindiğimde kulaklığımı taktım ve dışarıyı izlemeye başladım. Yaklaşık yarım saat sonra okula vardığımda Kumru'ya geldiğime dair bir mesaj attım. Sonra da unutmadan panoya ilanı asmaya karar verdim. İlanda büyük harflerle "KIZ ARKADAŞ" diye yazmış olsam da verdiğim numarayı bir sürü erkeğin arayacağından da şüphem yoktu. Eğer ev arkadaşı arayan bir kızsanız bunlar hayatın gerçekleriydi.

Panonun olduğu koridora ulaştığımda okulun yarısının da orda olduğunu gördüm. Benim ilan asacağımın haberini alıp burada toplanmış olamazlardı, değil mi? Kesinlikle olamazlardı. Başka bir şey olmalıydı. Ben de okulun panoyu dikizleyen kısmına katılmak için kalabalığı büyük bir efor sarf ederek aştım.

Panoya baktığımda karşımda... BEN vardım. Otobüsten düştüğümüz anda çekilmiş bir fotoğraf... Bir blog sayfasından alınmış ve üstünde aynen şöyle yazıyordu: "Aramızda para toplayıp okulumuzun çifte kumrularına oda tutmalıyız." Sarhoş mavi altta, ben üstte; inanın bana fotoğrafa kim bakarsa baksın yanlış anlardı. Hatta ben bile o şekilde düşünecektim resmen.

Kalabalıktan "Şu kız değil mi?",
"Evet, o. Baksana." gibi sesler yükselince transtan çıktım. Olamaz olamaz, Fark edildim. Lanet olsun sarhoş mavi. Hepsi senin yüzünden.

Merhaba. Yine ben. Hikaye hakkında biraz daha fikir sahibi olun diye yeni bölümü de hemen attım. Bu arada yazmama yardım eden BG'ye teşekkürler. :)

Mavi Huydur Bende -Ara Verildi.-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin