8. Bölüm

20.7K 1.1K 85
                                    

Tepkisini ölçmek için yüzünü inceliyordum. Mavi gözleri ateşler saçarken yüz hatları gerilmişti. Sinirliyken ağzı düz bir çizgi halini alıyordu ve bu hali bana bambaşka bir etki yapıyordu. Bakışlarımı ondan çekebilmek için gözlerime kaba kuvvet uygulamamı gerektirecek bir etki...

Sesindeki bir şey ise içimdeki korkak benin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Zaten çok da cesur olmadığım için korkak yanımı bulmak pek zor olmuyordu. Bir insan direk saçmalamaya başlar mıydı ya hu? Ben başlamıştım.

"İsmi D harfi ile başlayan milyonlarca insan olabilir, biliyorsun değil mi? Mesela Davut. Iıı sonra... Şey var... Şeeey? Şu anda aklıma gelmiyor ama Davut diye biriyle kavgalı falansan o yapmış olabilir yani. Olayın benle hiçbir alak..." Ben, daha önceden metnini hazırlamış 23 Nisan'da gösteri yapan çocuklar gibi seri seri konuşurken o, olayı anlamak için kıstığı mavi gözleriyle beni süzdü ve sözümü kesti: "Ne saçmalıyorsun? Kimdi o çocuk?" Hangi çocuk ya hu? Yine ne kaçırmıştım?

"Davut mu? Bilmiyorum, kavga eden sizsiniz. Sen söyle."

Mantık denen kelime, sözlüğümden çıkınca kendimi hep acınası bir hale sokuyordum. Bu sefer de öyle olmuştu. İşte bunlar, sudan çıkarılan bir balığın son çırpınışlarıydılar.

"Derin, saçmalama. Ben kimseyle kavga etmedim. Davut diye birini de tanımıyorum. Dünkü mesajdan bahsediyorum. Kime atıyordun?"

Eğer ben birine mesaj atıyorsam Kıvanç bunu nerden biliyordu? Eğer Kıvanç'a attıysam ne diye kime attığımı soruyordu? Şu gizemli mesajla alakalı bir şeyler sorup durduğuna göre arabayı görmemiş miydi? Keşke ön kapıdan gitseydim. Böyle sorularla uğraşmak zorunda kalmazdım.

"Ne mesajı?" Sesim cidden meraklı çıkmıştı, ben kimseye mesaj atmamıştım ki.

Ben Kıvanç'tan mesaj dair bir açıklama beklerken o, kolumu sıkan ellerini benden çekip saçlarına daldırdı ve elini hızlı hızlı oynatarak saçlarını karıştırdı. Sonra elini cebine daldırıp telefonunu çıkardı ve ekranda bir şeyler yapmaya başladı. Benimse aklım saçlarında kalmıştı. Böyle hoş duruyordu doğrusu.

Elleri birden telefon üzerinde hareket etmeyi bıraktı ve telefonu bana doğru uzattı. Şaşkınlıkla telefonu elime aldım ve ekranda açık olan mesajı okudum: "Ona söyle ben de onu seviyorum. :P" Bu mesajı ben atmıştım, doğru. Ama göndereceğim kişi kesinlikle sarhoş mavi değildi. Nasıl yanlış yollayabilirdim ki? Ah tabi ya, soyulmuş parmaklar... Onlarla sürekli yanlış yazıyordum, yanlış kişiye yollamış da olabilirdim.

Acil bir durum değerlendirmesine ihtiyacım vardı. İyi haber, Kıvanç henüz arabaki D harfini görmemişti. Yani hala D harfindeki çizgiyi biraz daha uzatıp P yaparak kendimi kurtarmak için zamanım vardı. Biliyorum biliyorum, bu bir intikamdı, sonradan tırsmanın anlamı yoktu ama sonuçta benim yapmadığımı düşünse de ben intikamımı almış oluyordum. Bir taşla iki kuş!

Kötü haberse çok büyük bir yanlış anlaşılmada yine başrolü oynuyordum. Bu durumu bir an önce düzeltmeliydim, nedense Kıvanç böyle düşünsün istemiyordum.

Elimdeki telefonu ona uzatırken "Ben o mesajı sana atmamıştım." dedim. Harika bir açıklama! Olaydaki sır perdesi aralanmıştı adeta(!). Bazen o cümleler benden mi çıkıyor diye düşünmeden edemiyordum. Cidden konuşmanın başından beri saçmalamanın nirvanasını yaşıyordum. Kafamı toplayıp mantıklı olmalıydım.

"Lanet olsun! Kime yolladığını soruyorum zaten!" Sesini birden yükseltince olduğum yerde sıçramıştım. Çok sinirliydi. Hem de çok. Ne oluyordu bize böyle? Gerçekte sevgili bile değilken o bana hesap soruyordu. Ben de ona kendimi açıklamanın derdine düşmüştüm.

Mavi Huydur Bende -Ara Verildi.-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin