Medya en sevdiklerimden ;D)))
***
Yıkıntıların arasında doğmasını beklediğim güneşimi gömdüm. Üstüne yalan balçığını sıvanyanların dillerine küstüm. Zamanım olmadı seninle mutluluğa, hasrete gönül koydum. Beklediğim sendin, lakin ben seni unuttum...
***
Annesinin ölümünün ardından hiç ağlamamıştı genç adam. Yıllar sonra ilk defa bir damla sızdı kapalı kirpiklerinin arasından, ardından bir tane daha ve bir hıçkırık eşliğinde onlarcası... Tüm hayallerini, umutlarını kime kurban etmişti Aasraf? Yine yalnız kalacaktı madem neden idamın ilmiği sıyrılmıştı boynundan? Siyah-beyaz bir dünyaya hapis olmak için mi? Nefes almak neden zorluyordu göğsünü? Neden aldığı onca can dindirmiyordu öfkesini, acılarını, mutsuzluğunu?
Böyle olmamalıydı hayat, o da mutlu olmalıydı. Sokakta gülen gözlerle dolaşan erkeklerin mutluluğunu kıskanmamalıydı. Hayat, kader en büyük oyunu oynamıştı şimdi kendisine ve bunca yenilgi ağırdı kırılmaktan yorulmuş, yamaları artık dikiş tutmayan kalbine. O halde elinden gelenin en iyisi yapacak, Jada ile tanışmadan önce nasıl duygularına gem vuran biri ise bundan sonra da öyle olacaktı. Kalbini duymayacak, varlığını unutup rest çekecekti acımasız yanı ile tüm mutluluklara. Efendisinin dediği gibi hiçbir bağımlılığı olmamalıydı.
Bir çocuğun babası, bir kadının kocası, bir ailenin sevdası asla olmayacaktı, lanetini unutup. Bir daha âşık da olmayacaktı. Sıcacık bir gülüşe, tatlı bir bedene de kapılmayacaktı... Efendisi gibi gözyaşları bittiğinde, ruhsuz bir canavar olacaktı üvey babası Damre gibi...
Vahid inanamıyordu ağabeyinin ağladığına. Küçük bir çocukken bile görmemişti ağabeyini bu kadar korkmuş, üzgün. Hele ağladığına asla şahit olmamıştı, hatta annesinin ölümünde bile. Şimdi ise yüzünde ki kanı yıkamak ister gibi ardı ardına akıyordu gözyaşları. Onunda doldu gözleri, yıkılmaz sandığı ağabeyini öyle görünce. Dünyada ağabeyinden daha güçlü biri yoktu ki Vahid'e göre, şimdi ise...
Sormadı asla bu gece olanları ama merakta etmiyor değildi? Jada demişti o küçük çocuk. Jada kim asla öğrenemeyecekti... Ya da ağabeyinin yangını ve azabı bittiğinde sorabilirdi, peki kaç zaman sonra...?
***
Adala onu bir kerecik bahçelerinde görmüştü ya, bir ay geçmesine karşın bir daha hiç görememişti. Neredeydi acaba Aasraf? Yoksa verdiği sözü unutmuş muydu? Unutursa onun canına okuyacaktı muhakkak! Kendisi bile bir prenses olduğu halde sözlerini unutmamış, bahsettiği o kızı buldurmuştu. Üstelik ona verdiği sözü değersiz bulduğu halde. "Eğer böyle bir şey yaptıysan köle, seni pişman ederim!" diye söylenerek geziyordu ki sarayın her köşesinden zılgıtlara eşlik eden def sesleri yükseldi. Neler oluyordu acaba?
Derken çevresinden koşuşturarak geçen hizmetçilerden birinin kolunu yakaladı ve "Ne oluyor söyle çabuk?!" dedi.
"Efendi Malik geliyormuş, bir ay burada kalacakmış şimdi haberimiz oldu efendim. Bu yüzden tüm çalışanlar sağ kanadı hazırlamak için oraya koşuşturuyoruz."
"Ne?! Burada mı kalacak ağabeyim?! Neden?!" Aslında yüreğinden taşan sevginin nidasıydı bu sorular ama belli etmek istemiyordu küçük kız. Ağabeyi geliyordu şimdi öyle mi? Bir hayali gerçekleşiyordu, ağabeyi burada olacak, aynı çatı altında kalacaklardı demek. Belki kendisini de severdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Kırağı (Kum Diyarı Aşkları-2)
Lãng mạnGece karası saçları çöl meczuplarının diline destan bir prensesti Adala. Cesareti olanların bile, onun turkuaz gözlerine bakmaktan çekinmesine neden olan öfkesinin sebebi gizliydi kalbinin en kuytularında. Dudaklarının rengi, kan koyusu bir kırmızıy...