***
Bir gölgeyim karanlığında.
Yıldızsız gökyüzümsün sabahın şafağında.
Gözlerinin ışığını güneş diye işledim yüreğime.
Sen bir kelamı bile esirgediğinde benden.
Hasretinin açtığı yaralara merhem diye sürdüm gurur parçalarımı.
Bir gülüşünle onları da silerdim ama suçluyum şimdi senin damla nazarlarında...
***
Yine gizlice sindiği köşeden onu izliyordu Adala. Sessiz adımlarında ki yeri titreten o güç yüreğini sıkıştırıyordu acımasızca. Gözlerine ise artık bakmaktan yorulmuştu kalbi, çünkü hissizliği hal edinen ruhunun derinlerine inemiyordu Aasraf'ın.
Yıllardır kalbindeki acımasız acının sebebini aramış ve sonunda bulmuştu. Belki de en güzeliydi hiçbir şekilde bu kahreden sonuca erişmemek, zira o günden beri bir umut arıyordu gecesini aydınlatacak. Lakin kendisi gecenin kızı bile olsa onun karanlığından korkuyordu hep. Yine de acabaları bırakamıyordu işte.
'Acaba bir kerecik gözlerime meftun baksa ne olur? Acaba eli yüreğime dokunsa yanar mıyım? Acaba karanlığı beni tutsak mı eder yoksa mavi bir özgürlüğe mi salıverir?' Ve daha birçok acabaları gizleniyordu kanayan kalbinin zindanlarında.
Oysa ki Aasraf'ın ardından bakarken ne umutları vardı küçük Adala'nın. Onunla düşman değil de dost olabileceklerini düşünmüştü küçük bir çocuğun saf kalbiyle. İlk ayrılıklarından sonra, yani kılıç eğitimim sona erdiği günün ardından neredeyse iki ay sonra sarayda göz göze geldiklerinde, Adala gülerek bakıyordu yeni arkadaşı olduğunu düşündüğü adama. Oysa o köle kendisini görmezden gelmiş olduğu yetmemiş olacak ki bir de kirli biriymiş gibi ipek, gözlerinin rengi fistanın omzundan tutup kenara ittirmişti Adala'yı.
Hayatında yaşadığı ilk hayal kırıklığıydı bu olay Adala için. Sonraki zamanlarda, onun aslında çevredeki insanların yanış anlamasından çekindiği için böyle davrandığını düşünerek yüreğini avutmaya çalışsa da gerçekleri göz ardı edemiyordu. Bir selam bile çok görülmezdi değil mi? Sonuçta kendisi, Aasraf'ın öğrencisiydi ve ustasından bir gülücük alabilirdi. Olmamıştı işte, on yedi yaşında ki Adala yıllardır sakladığı aşkının karşılığını alamayacağına artık kânii olmuştu.
İkinci hayal kırıklığı ise ağabeyi Malik ve annesi arasında ki düşmanlığı öğrendiğinde kabine ağır bir gülle daha yiyerek edinmişti. Oysa Malik ağabeyi, Adala için dünyanın bir diğer adıydı bir zamanlar, şimdi ise her fırsatta dili ile annesini zehirleyen bir yılan olarak görüyordu onu. Kendisinin de çenesine hâkim olmadığı gerçeğini kimse dile getiremezdi elbet. Alabileceği hiçbir cezadan korkmadan ağabeyinin okyanus gözlerine nefret bakan biriydi genç kız. Oysa ağabeyine duyduğu sevginin karşılığı olarak, onun sevgisine mazhar olacağı günü hayal ederek büyümüştü küçük Adala...
Üstelik bir de hayatında korktuğu tek insanın, kalbine hükümdar olarak seçtiği adam olmasını da hala garipsiyordu genç kız. Oysaki insan sevdiğinden tek bir şey için korkmalıydı değil mi? O da bir gün sevdiğini kaybetme düşüncesi olmalıydı. Adala ise asla kavuşamama kâbusları içinde gündüzünü geceyle devşiriyordu sürekli ne yazık ki.
Önünden geçip giden adama öfkeyle baktı bir kez daha. "Böylesi bir terbiyesizlik ancak senin gibi bir köleye yaraşır ama artık öğren bir prensesi selamlamadan geçilmeyeceğini!" dedi. Tek istediği lacivert bakışlarda ki damlaların kendisine dönmesiydi. Oysa Aasraf sadece durmuş, başını onu görmesine bile yetmeyecek kadar döndürüp, bir saniye sonra tek kelime etmeden yoluna devam etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Kırağı (Kum Diyarı Aşkları-2)
RomansaGece karası saçları çöl meczuplarının diline destan bir prensesti Adala. Cesareti olanların bile, onun turkuaz gözlerine bakmaktan çekinmesine neden olan öfkesinin sebebi gizliydi kalbinin en kuytularında. Dudaklarının rengi, kan koyusu bir kırmızıy...