Aasraf yanındaki kadına tek kelime etmeden bileğinden tutarak arka kapıdan çıkardığında, Adala ayaklarını sürüyerek engel olmaya çalışıyordu ona. Zira bıkmıştı önemsiz bir eşyaymış gibi bileğinden tutularak sürüklemekten. Bu yüzden "Dur! Dur dedim sana pislik! Ben senin sürükleyebileceğin o fahişelerinden biri değilim anladın mı?!" diye haykırdığında durdular.
Adala o kadar çok şaşırmıştı ki adamın kendisini dinlediğine. Bir an sonra artık değersiz bir eşya gibi değil de, bir çuval un gibi kocasının omzunda taşınmaya başladığının bile farkına bir süre sonra varabildi. Diline hükmetmek için çabalayan kelimelerini durdurmazsa, adam onu bir sonraki dakikada bacağından sürüyerek götürebilirdi muhtemelen. Bu yüzden baş aşağı ettiği yolculuk bitinceye kadar sessizliğini korumaya çalıştı zor olsa da. Kısmen başarılı da olmuştu, ta ki dar tahta rıhtımı aşıp girdikleri muhteşem evin ikinci katına çıkıncaya kadar.
Aslında o kısımda da ses etmemişti ama keşke Aasraf onu yatağa fırlatarak atmasaydı. İşte o an "Seni çöl çakalı, adi pislik! Ben bir prensesim ve bana öyle davranacaksın anlaşıldı mı?!" diye haykırmıştı öfkeyle. Ahh işte bu büyük bir hata olmuştu genç kadın için. Çünkü kocasının gözlerinde gördüğü o tutku ateşi biran da buza dönüşmüş, Adala'nın tenini ayazda kalmışçasına titretmeye yetmişti. "Sen benim êmiram değilsin. Sen benim karım olmakta istemiyorsun madem, bundan sonra fahişem olursun!"
Adala işittiği hakarete mi daha çok üzüldü, yoksa adamın gözlerinde gördüğü o sevecen ateşin söndüğüne mi bilemedi. Keskin sözleri bile sustu onun üzüntüsü ile ve tek bir karşılık veremedi genç kadın kocasının bu acı sözlerine. Bir süre yattığı yatakta ağlamaya devam etti sessizce. O böyleydi, değiştiremezdi ki kendisini onun istediği gibi uysal bir kadın olabilsin.
Pamuklara sarılıp büyümüş olsa da hayatın bir mücadele olduğu çok erken yaşlarda sevgi ile sınanarak öğretilmişti genç kadına. İlk önce ağabeyinin sevgisi için kavga etmişti babası ve onun destekçileri ile ama elinde kalan tek şey, yine kendi kırgınlıkları olmuştu çocuk kalbiyle.
Ardından tek gayesi haline gelen adamla girdiği birebir savaşı kaybettiğini sanırken kazanmış ama mükâfatı hüsran olmuştu bir kez daha. Ömründe ki diğer hiçbir kazanç veya kayıp umurunda bile değildi ama bu iki erkekten nefret etmesi gerekirken, ikisini de gittikçe büyüyen bir özlem ve hayranlıkla en derinlerine işleyerek sevmeye devam ediyordu tıpkı bir aptal gibi.
Oysa ikisinin de derdi kendi güçlerini göstermek, zorbalıkla kabul ettirmekti emirlerini. Bu yüzden Adala'nın verdiği mücadeleye ve bu sırada dilinden sökün eden ikrara kimsenin kızmaya hakkı yoktu genç kadının nezdinde. Zira ona böyle olmayı Aasraf'ın bizzat kendisi öğretmişti, peki şimdi bu Adala'yı sevmeyi neden reddediyordu?
Odada tek başına geçirdiği süreyi bilmeden doğruldu yatakta ve gördüğü karanlıkla şaşınca bakındı çevresine. Bu kadar mı dalmıştı kırık kalbinin kanayan yaralarına gerçekten? Kendini toparlamalı ve bir karar almalıydı artık. Ya kalbinin kalan parçalarını toparlayıp sırtını dönecekti aşka, ya da kalanlarla devam edecekti bu amansız savaşa. Odanın içinde ki küçük banyoya girdi ve sıcak suya kaldırdı başını. Kime danışacaktı ne yapması gerektiğini?
Annesine koşsa bir çıkış yolu için olmazdı çünkü sabah resmen Kaliah tarafından odadan kışkışlanmıştı. Yani ondan fayda gelmezdi. Kız kardeşi ise henüz on beş yaşında küçük bir çocuktu.
Efide!
Evet o iyi bir akıl verebilirdi kendisine ama ona nasıl ulaşacaktı ki? Telefonu sarayda kalmıştı, tıpkı diğer eşyaları gibi. En azından saraya dönene kadar sabretmeli ve neler olacağını gözlemlemeliydi. "Evet onun gözlerinde aşk yok belki ama bambaşka bir duyguya şahit oldun Adala. Yarına bak ve kararını ona göre ver!" dedi aynada ki yansımasına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Kırağı (Kum Diyarı Aşkları-2)
عاطفيةGece karası saçları çöl meczuplarının diline destan bir prensesti Adala. Cesareti olanların bile, onun turkuaz gözlerine bakmaktan çekinmesine neden olan öfkesinin sebebi gizliydi kalbinin en kuytularında. Dudaklarının rengi, kan koyusu bir kırmızıy...