***
Küçüktü ellerim ilk cana kıydığında.
Ölümün adı yazıldı avuçlarıma.
Yıllarca çıkarmak için uğraştığım kanla.
Adın değilse eğer Nefret, kalmadı yer sana ruhumda.
Çölde Şarap olsan da yasaksın dudaklarıma...
***
Zafir Damre en başından beri biliyordu bu çocuğun istediği o evlat olduğunu. En büyük kanıtı ise boğazına hedefli keskin hançerdi. Hiç beklemediği bir zaman ve hiç beklemediği birinden gelen bu hamle öfkesini bir anda geri çekilmeye sevk ettiğinde, en güzel gülümsemesini sundu karşındaki çocuğa.
Bu çocuk kesinlikle işlenmemiş değerli bir mücevher olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı yaptığı bu hamleyle. Cezasını verdiği gibi, ödülünü de geciktirmedi ve çocuğun elinden tuttu bir babanın şefkatiyle. Lakin ikisi de biliyordu ki bu oyun küçücük bir yanlışla bitebilecek kadar sırçaydı.
Aasraf elini tutan adamın peşinden sürüklendiği ahırlara doğru korkuyla ilerledi. Kötü bir şeyler yaptığına emindi keza adam mutlu olmuştu. Sonunda güzel kısrak Elbi'nin yanına geldiklerinde, yeni doğan küçük tayını, tüm güçsüzlüğüne rağmen korumaya çalışan kısrakla içi yandı Aasraf'ın.
Damre "Şu kısrağı görüyor musun? İşte bu kısrak Malik Bin Esved'e ait ama artık onun işine yaramayacak durumda ve ölmesi emrini verdi aşığılık adam. Yavrusunu istersen senin olabilir ama bir şartla" dediğinde, çocuk küçük taydan ziyade annesine bakıyordu. Ne olacaktı şimdi ona? Öyle güçsüz ve halsiz duruyordu ki güzel Elbi, Aasraf'ın gözleri doldu özgürce koşan kısrağının silik yansıması karşısında. Güzel kısrağın öleceği o kadar belliydi ki içinde bir şeyler ters dönüyor, ağlamamak için sıktığı dişlerinin arasından feryadın izleri çıkmak için fırsat kolluyordu adeta.
"Annesini öldür, yavru sana kalsın. Diğer herkese yavrunun da öldüğünü söyleriz ve o senin olur. Lakin eğer kısrak kendiliğinden ölürse yavruyu da öldürme emri verildi," Aasraf küçük yüreğinde büyük bir ikilemle kalmıştı. Ya birini öldürecek diğerini kurtaracaktı, ya da ikisini birden kaybedecekti. Adamın, eline tutuşturduğu soğuk silahın kabzası sıcacık olmuştu küçük elinde, çünkü kan isteyen bir lavdı sanki avuçlarının arasında ki. O an kalbinde korkudan daha kötü bir tohum filizlendi. Kendileriyle oyun oynayan adamaydı ilk öfkesi, sonraki ise Malik denen acımasıza biçilmişti, hem de sınırsızca.
Damre'nin ona öğrettiği gibi nişan aldı ama o küçük bir hırsızdı, katil değil. Aciz bir hayvana kurşun sıkmak için yaratılmamıştı ki onun elleri, aksine şifa vermek istiyordu güzel Elbi'ye. Gözlerini titreyen ellerine çevirdi ve yardım dilendi yanındaki baytardan ama onun da gözleri buz gibiydi.
Elindeki silahın namlusu yere doğrulduğu an, adam bir başka silah çıkardı ve küçük yavrunun şakağına dayadı. Tetiğin çekildiğini bildiren o uğursuz ses çok yüksekmiş gibi yankılandı dört nefesin içinde. Aasraf gözünü dahi kırpmadan Elbi'nin yadigârını kollamak için önüne durdu ve en sevdiğine veda bile etmeden çekti tetiği. Bu kadardı işte, bir canın değeri güçsüz düşünceye kadardı acımasız vicdanların nezdinde.
Ağılın içindeki iki adamda şok olmuş gibi izliyordu onun hareketlerini. O ise yavruyu onlardan korumak için kucaklamış ve bir başka ağıla yol almaya başlamıştı bile. Hem de ardına bile dönüp bakmadan. Yoksa gözlerinde ki yaşa şahit olanlar çektiği acıyı öğrenirlerse, güçsüzlüğünün kanıtı sayarlardı. Oysa şimdi içinden geçen tek şey şakağından akan uğursuzlukla, yerde yatan Elbi'ye sarılıp, af dilemek ve bağıra çağıra ağlamaktı kendisini affetsin diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Kırağı (Kum Diyarı Aşkları-2)
RomanceGece karası saçları çöl meczuplarının diline destan bir prensesti Adala. Cesareti olanların bile, onun turkuaz gözlerine bakmaktan çekinmesine neden olan öfkesinin sebebi gizliydi kalbinin en kuytularında. Dudaklarının rengi, kan koyusu bir kırmızıy...