♡The Ending♡

684 69 309
                                    

İlkbahar'a kıyasla fazla sıcak bir gündü. Belki de ateşim vardı, kendimi iyi hissetmediğimi biliyordum ama önemsememeye çalıştım. Sonuçta bugün her şeyin son günüydü. Artık Harry ile kalmayacak, okula gitmeyecek, arkadaşlarımla takılmayacaktım. Eve dönecektim. En azından kısa bir süre dinlenmek ve annemle zaman geçirmek istiyordum. Neticesinde yaşadığım tüm olaylar beni yormuştu.

Odama gelmiş olduğundan beri yerini değiştirmediğim elbiseme baktım yüz bininci kez. Hâlâ üstünde duran nota, renginin güzelliğine, büstiyerinin detayına... Bir kere bile denememiştim alındığından beri. Tabii Niall'a denediğimi söylemiştim ama giymeye korkuyordum. Çok güzeldi.

Derin bir iç çekip omuzlarımı düşürdükten sonra kapıyı açtım ve kendimi koridora attım. Odamdayken anlamsız gelen fakat şu an oldukça net duyduğum tanıdık melodi, anında gözlerimi kapatmama sebep olmuştu. Kokusunu aldığım omlet de gülümsememi sağladı aynı zamanda.

Kalp atışlarımı duyabiliyor musun?
Bu sesi duyabiliyor musun?
Çünkü düşünmeden edemiyorum.

"Uyanır uyanmaz Coldplay dinleyen bir arkadaşa sahip olduğum için kendimi seçilmiş kişi ilan ediyorum." dedim mutfağın tezgâhına yaslanmadan önce. Boynuna asmış olduğu fakat iplerini bağlamadığı muz desenli mutfak önlüğü ile bana bakan Harry neşeli görünüyordu.

"Umarım krep yapan bir arkadaşa sahip olduğun için de ilan ediyorsundur çünkü bir saattir uğraşıyorum." dedi unlu ellerini lavabonun içine çırparken. Tezgâhın diğer tarafına dizmiş olduğu kahvaltılıklara göz gezdirirken gülmüştüm.

"Son kahvaltımızı bahçede mi yapalım?" diye sordum gül reçeli kasesi ile omlet tabağını elime aldığım sırada. Dün bavullarımı toplarken kısa çaplı bir ağlama krizine girdiğimiz için bugün kendimizi olabildiğince tutmaya çalışıyorduk, 'son kahvaltımız' kısmını görmezden gelmiştik bu yüzden.

"Olur güzelim. Hava da çok iyi nasılsa."

Başımla onu onaylayıp bahçeye açılan iki kapıdan birinin mutfaktan geçmesine şükrederek sofrayı kurmaya başladım. Harry son krepleri yaparken ben tüm kahvaltılıkları bahçeye taşıyordum. Ve itiraf etmeliyim, yaptığımız dekorasyonu ne zaman görsem gözlerim doluyordu. Bu bahçedeki her karışta ikimizin emeği vardı, böylesine büyüleyici bir yeri bırakmak kolay olmayacaktı benim için.

"Portakal varsa sıkabilirim." dedim, tezgâhtakileri taşımayı bitirdiğimde. Harry de krepleri bitirmişti ve yanındaki buzdolabını açıp portakal suyu dolu sürahiyi gösterdiğine önerimin gereksiz olduğunu anlamıştım.

"Çok hızlısın Hazza." dedim bir yandan kahkaha atarken. Söylediğim takma isim gözlerini devirmesine sebep olduğu zaman cam kapaklı dolaptan iki tane bardak çıkarmıştım. Sonrasında ise vakit kaybetmeden onu takip edip bahçeye ilerledim.

Ilık esen rüzgar, çiçeklerimizin güzel kokusunu bize taşıyordu. Üç saat önce doğmuş olan güneş de sıcak ışınlarını kısa kollu tişörtlerimizin koruyamadığı tenlerimize iletiyordu. Dikkatim bir an için giydiğimiz tişörtlere kaymıştı yine. Benimkinde patates kızartması, onunkinde hamburger vardı ve benimkinin altında 'en iyi' onunkinin altındaysa 'arkadaşlar' yazıyordu.

Dün vermişti bu tişörtü bana. Ondaki tekini gördüğümde deli gibi ağlamış, onu da ağlatmamın ardından bir saat birbirimize sarılmıştık. Sonra ben de ona Mr. Boo'yu vermiştim. Eh, buna da ağlamıştık.

Tekrar burnumu sızlatmaya başlayan göz yaşlarımı, yutkunarak geri göndermeye çalıştım. Önümde duran sandalyeye oturmamın ardından ise servis tabağımı kendime doğru çekmiş, yavaş yavaş üstünü doldurmaya başlamıştım. Mümkün olduğunca Harry'nin yüzüne bakmamaya özen gösteriyordum. Onun güzel gözlerinin dolduğunu görürsem anında ağlardım çünkü, yemeğimizi bozmanın bir anlamı yoktu.

MoonlightHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin