Genç adamın görüşü bulanıklaştı fakat pes etmeyecekti. Calista'nın hareketsiz bedeni delirmesine ve vücudunun her zerresinin kaos geçirmesine neden olsada açtı gözlerini. Karanlığın ardında ki korkunç gerçekler buradaydı. Boğazını sıkı tutan güçlü kollara ve mutasyona uğramış bedene karşı koymaya çalıştı. Hemen dibinde bulunan kai'yi başka bir zombi sırtına silahın arkasıyla vurarak diz çöktürmüştü. Solunda ise hope saçlarından sertçe tutularak dizlerinin üstüne çömeltildi. Üç büyükler elleri kolları bağlı yan yana duruyor ve yerde ki calista'ya bakıyordu. Mutasyona uğramış canavarlar ellerinde ki meşaleleri göğe yükseltip zafer sözcükleri savurdu. Nidalar havada uçuşuyordu. Takımlarımızda etraflarında ki zombiler tarafından yakalanmıştı. İki büyük ağacın ardından ses yükseldi."dragon herkesi toplayıp gelmemizi emretti."dedi.
Kai ve hope ile bakıştık. Bizim takımlarımıza ait olan herkes yay gibi gerilmişti. Cadılar, Avcılar, kurtlar, onlarda esirdi artık.
Yırtık elbiseli bir kız ufak tefek bedenine rağmen calista'yı yerden kaldırdı. Oklara rağmen gözlerinin açık olduğunu gördüm. Bilinci yerindeydi hatta inlemişti.belli ki oktaki zehir vücudunu felç etmişti.
"hey rahab!o yaşıyor."
Kız az önce konuşan adama seslendi. Rahab, yaklaştı ve eğilip calista'nın yüzünü alaylı ve eğlenen tavrıyla izledi.
"demek mücadele ediyorsun."
Calista'yı ani bir hareketle kendine çekip silahını başına dayadı. Hope sessiz bir küfür savururken kai, haykırdı.
"çek ellerini onun üzerinden iblis!"
Beni tutan herifin karnına dirseklerimi geçirdim bağırarak. Kalktım. Koşuyordum nefessiz ama başka bir zombi beni ensemden tutup geri çekti.
"götürün bunları!"
Rahab'ın sesiyle tüm zombiler hareketlendi.
......................
Bu zamana kadar mark tuan'ın karanlıkta kalmadığı hiç bir an olmamıştı. O bir karanlıktı ve beraberinde gelen her şey karanlığa batardı. Bu defa okulu koruyamamış ve esir düşmüşlerdi. Herkes esirdi ve artık onları kurtaracak tek bir kişi kalmamıştı. Nereye getirildiklerini bilmiyordu. Burada ne olacağını, daha ne kadar yaşayacağını hiç bir şey bilmiyordu. Koca bir salona sürüklenip teker teker bağlanmışlardı.
Üç büyükler tam salonun ortasında, calista ise önlerinde ki sandalyede bağlı duruyordu.
Kaç saat geçmişti?
Bir, iki...
Her şey belirsizdi.vücudumu ve yüzümü tepki vermemeye ayarladım. JB ile göz göze geldik. Başını salladı. Sorun yok demek istiyordu ama yanında bağlı duran jackson onun gibi düşünmüyordu. Sinirli, öfkeli ve patlamak istiyordu.
Ne yazık ki mümkün değildi. İpler mine otları ile doluydu ve mine otu vampirleri etkisiz hale getirirdi. Dragon bunu bilecek kadar zekiydi. Her şey kuralına göre hazırlanmış ve biz tuzağa düşmüştük.istediği şeyi alana kadar hepimiz onun tutsağı idik. Büyük kürsünün önünden indi ve önümüze kadar geldi. Tarihin tozlu sayfalarını yarıp çıkan bu ekumuni belki de hepimizin sonuydu. Kitaplarda ki kadar acımasız yada daha fazlası..
Bana doğrudan bakmıyordu ama gözlerini kırpıştırıyordu. Ne düşündüğümü sormak istediği belliydi.
Rahab'ı yanına çağırdı. Viski bardağını kenara koyup dragon'a doğru yürüdü.
"rahab sayesinde sizi buldum. Ona bir teşekkür borcum var."dedi.
Rahab, yine ukala bir tavırla etrafına bakındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLOOD AND LOVE
VampirePanikle girdiği korku girdapında savrulan genç bir kız... Hayalleri olmayan bir insan ne kadar yaşayabilir? Üstelik tek başına iken. SANTERİA'da herkes sıradan,calista farklı idi. Yaşadığı dünya onun için akıl almaz olaylarla dolu,her uyandığı yeni...