Ozan'ın kullandığı cipin hızı neredeyse 90 kilometreye ulaşmıştı. Bu hızla gitmeye devam ederse, saniyeler içinde Rüzgâr'ın evinin önünde olacak, ancak karşısında duran, şoför kapısı açık, beyaz bir Volkswagen ve onunla yan yana bekleyen siyah Honda'nın arasına sıkışıp, durmak zorunda kalacaktı. Açık kapının ardında, kambur durmuş, kahverengi pantolonlu ve beyaz gömlekli adam Ozan'ın dikkatini henüz çekmemişti. Ne de olsa alışmıştı, cipini benzin yerine kanla beslemeye.
Beyaz cipin sokakta yankılanan motor sesi, Rüzgâr'ın kendi evine doğru atacağı adımları engelledi. Motor ve egzoz sesinin ardından, ani bir fren sesi duydu, cadde üzerinde yankılanan. Olduğu yerde olanları izliyordu Rüzgâr; birbirini ezen metal yığınlarının çığlıkları, kokan fren balataları, ıslanmış yerleri tırnaklayan lastiklerin haykırışları.... Yeri tutmaya çalışan lastiklerin yanından sıçrayan su damlaları, yağmurun normal seyrini hızlandırmışçasına dağılıyordu etrafa. Çarpmanın etkisiyle, havada birkaç metre savrulduktan sonra yere düşen adamın ardından patlayan ve gözyaşı damlalarını andıran kırık cam parçaları, çoktan yağmurla birlikte sokağın asfaltına karışmaya başlamıştı.
Ozan cipin içerisinde ve açılan hava yastıklarının arasında mahsur kalmıştı. Sağ ve sol tarafında, kapıların açılmasını engelleyen, az evvel çarptığı iki arabaya bakıyordu. Cipin içinden çıkabileceğini, yanındaki koltukta duran kadın çantasını arabanın zeminine atıp, sağ ön kapıyı zorlamaya başladığı anda anladı. Hafifçe oynadı kapı, dilini tutup ileri geri çektiğinde. Ama nazlanıyordu işte. Kalçasını tek kişilik yolcu koltuğu üzerine yerleştirdi, gövdesini vites konsoluna doğru yatırıp, karnına doğru çektiği iki ayağıyla birden tekmeledi cipin kapısını. İlk denemesinde, önünde duran siyah Honda'nın şoför kapısına çarparak açıldı, tekmelediği kapı. Siyah arabanın yan aynası kırıldı ve yan camı ufak çatlaklara ve kırıklara gebe kalmıştı. Bunda Ozan'ın kahverengi, Çin yapımı botlarının payı büyüktü.
Cipin sağ ön kapısı açıldığı sırada, ilk olarak kendini dışarıya atan botlar Rüzgâr'a çok tanıdık geldi. Ardından beliren bir çift ince bacağı saran lacivert kot pantolon, sokakta yürüyen beş erkeğin birinde rastlayabileceği cinstendi. Pantolonun içine sokulmadan giyilmiş ve bir kemerle süslenmemiş, henüz insan eli değmemiş deniz maviliğini andıran gömleğin etekleri belirdi pantolonun ardından. Bunları üzerinde taşıyan adam, son olarak çıkan şey oldu arabadan. Kendi etrafında dönerek yaptıklarına bakıyordu. Birazdan etrafını saracak olan polis arabalarını arar gibiydi gözleri, kulaklarını bir av köpeği gibi dikmiş, uzaktan gelen bir siren sesini duymayı arzuluyordu sanki. Son bir tur daha döndü kendi etrafında, başı dönmeden önce; eğer böyle bir durumla karşılaşırsa, bedenin önüne siper edecek canlı bir beden aradı. Ne canlı bir beden vardı, ne de etrafını saran polisler...
Rüzgâr'ın sesi çıkarıp aldı Ozan'ı, yarattığı hayal dünyasından. Selen ve Gökan'ın evinin balkonundan defalarca bağırması gerekti bunun için Ozan'a. Kendi adının geldiği yöne doğru kaldırdı kafasını Ozan ve Rüzgâr'ın gözleriyle çarpıştı bakışları. Sanki ilk defa bakıyordu o apartmana. Koşarak apartmana doğru yöneldi, ağzından çıkan ilk cümle ise sokakta saatlerce top oynayarak susamış bir çocuğun, balkonda duran annesine verdiği emir kadar sertti, "Otomata bas!".
'Çaatt' sesiyle açıldı, altın rengi demir ferforjelerle süslenmiş kapı. Giriş katında bulunan kapıcı dairesine kulak kesildi, ses gelmiyordu. Her katta bulunan daireleri dinlemek ve yaşayan birine rastlayabileceği umuduyla asansörü kullanmadı. Asansörde kalırsa, kendisini aynalarla ve renkli tuşlarla süslenmiş, dikdörtgen taşıyıcının içerisinden çıkaracak birilerinin olmayışı, onun, merdivenleri kullanmasındaki ilk tercihiydi aslında. Önünde on bir basamaktan oluşan yedi adet merdiven bekliyordu, Ozan'ı. Merdivenleri çıktığı esnada, saçının tellerinden, gömleğinin eteklerinden ve pantolonunun paçalarından akan su damlalarıyla apartmanın kirlenmiş zemininde damla damla çamur lekeleri oluşturuyordu. Beşinci kata ulaştığında, kalbi ve akciğerleri içtiği sigaralardan ziyade, Ozan'ın iradesine küfürler etmeye başlamışlardı. Dinlenme bahanesiyle, en son ne zaman elli beş basamak çıktığını hatırlamaya çalışıyordu. Hatırlayamadı. Son kata ulaştığında ardına kadar açılmış bir kapının önünde, Rüzgâr'ın göz bebeklerinin beyazlığı, vücudunu saran beyaz fanilasından daha önce dikkatini çekmişti Ozan'ın. Sıkıca sarıldılar birbirlerine. Rüzgâr, Ozan'ın kalp atışlarını göğüs kafesinde hissedebiliyordu. Kalbi, organ nakline can atar gibi çalıyordu, Rüzgâr'ın vücudunun kapılarını. Ozan'ın kalp ritmi normal seyrine geldiğinde, kapısı açık olan dairenin koridorunda, topukları yere değen ve parmakları tavana bakan bir çift kadın ayağını fark edebildi. Selen olduğunu anlaması için fazla düşünmesi gerekmedi. Henüz tek kelime etmiş değillerdi. İlk konuşan Rüzgâr oldu, kesik kesik konuşuyordu dolan gözleriyle.
"Sana içme şu sigarı diye boşuna demiyorum, kalbin göğüs kafesime yumruk atmaktan anca vazgeçti. Çocukken bir de babana kızdığını söylerdin, şu sigara yüzünden!"
Ağlamaklı ses tonunu belli etmemeye çalıştı Ozan'a. Güçlü bir adam portresi çizmeliydi karşısında. Sanki karşısındaki, ilk karşılaştığı bir adammışçasına. Ağlasa bile gözünden akan damlaları hissetmezdi Ozan. Yağmur yeterince ıslatmıştı gömleğini, iki damla gözyaşını daha kaldırabilirdi. Ne de olsa imalatı sırasında, üzerinde emeği olan işçilerin alın terleri sayesinde, kalite kontrol aşamasının suya dayanıklılık kısmını başarıyla geçmişti.
Ozan'ın kolları, Rüzgâr'ın son cümlesinin ardından daha sıkıca kavradı, arkadaşının bedenini. Babasını hatırlattığı için, Ozan'ın sinirlenmiş olabileceğini düşündü Rüzgâr. Bedenini sıkan kollardan kurtulmak ve arkadaşının yüzünü görmek için geri adım atmak istedi, başaramadı. Az evvel kalp atışlarını hissettiği Ozan'ın, kulağının yanında olan burnundan çıkan nefesi bile duyup, hissedemiyordu.
"Ozan nefes alamıyorum" diyebildi Rüzgâr. Kollarını, Ozan'ın sırtından çekti, dizlerini hafifçe kırdı ve başını, onu ahtapot edasıyla saran iki kolun arasından kurtardı. Ozan, Rüzgâr'ı tekrardan kucaklamak istercesine kolları omuz hizasında birbirine kavuşmuş şekilde, hareketsizce duruyordu. Gözleri kapalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
Fiksi UmumHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...