Kahvesini yaptığı su ısıtıcısının içersinde, ön bahçede duran ölü tavukların folluğundan aldığı yumurtaları haşladı. Kafasında kurduğu planın işe yaramasını umuyordu. Bu planını hayata geçirdikten sonra da bir insana dahi rast gelemezse ne yapacağını bilmiyordu. Kat edeceği binlerce kilometrenin hiç anlamı kalmıyordu. Kamil’i de toprağın altına göndermesiyle, bu büyük ev iyice sıkıcı bir hal almıştı Rüzgâr için. Zaten hep sessizdi.
Keşke herifi gömmeseydim. Hiç değilse şu köşede oturuyor, varlığıyla bile yalnız olmadığımı hissetmeme sebep oluyordu. Bundan sonraki anlarımı nasıl geçireceğim? Film, kitap, araba, alkol, doğa yürüyüşü, bisiklet, balık... Ulan, balığa çıksam avlayabileceğim bir balık bile yok koca denizde!
Şuan sadece akşam için yapacağım işe odaklanmalıyım. Bunları yarın düşünürüm.
Yalnızlığını, yalnızlığı anlatarak azaltmayı tercih etmişti.
İnsanların ağzından çıkacak saçma sapan kelimelere ve onaylamadığım fikirleriyle vakit geçirmektense kendi düşüncelerim içersinde kaybolurum.
Dün bıraktığı yerde duruyordu yazıları silinen kitap. İçerinde tamamen silinmiş birkaç yaprak aradı. Kendi yazdıkları duruyordu. Haşlanmış yumurtalarının bulunduğu tabağını kitabın ardında kalan yere koydu ve yalnızlığı anlatmaya başladı, sanki kâğıtla konuşuyordu:
“Yalnız kalmayı arzulayan insanların, yalnızlığı birde benim odamdan bakmalarını isterdim. Oda diyorum çünkü kendinizden başka bir insan yoksa koca dünya daracık bir odadan farksız. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi ve kim olacağımı bilmiyorum. Haklısın, bilmemek hafiflik aslında. Ya bilmek! Bilmek tıpkı bir ana gibi. İleride başını dert olacak tohumlar ekiyor dünyaya. Bilmek, en ağır günah. İnsan hiçbir şeyi bilmediği için değil, her şeyi bildiği için mutsuz. Evet, iddia ediyorum, her şeyi. Herkes kendi penceresinde her şeyi bildiği için mutsuz. Ben mi? O kadar çok biliyorum ki okuduğum bir yazarın cümlelerini ağzına tıkabiliyorum, yürürken dengem bozuluyor düşünmekten, izlediğim filmlerin sonunu biliyorum, geceleri uyuyamıyorum. Kaldıramıyorum bildiklerimi; dünyanın güneyindeki uyuşturucu kartellerini, kuzeyindeki soğuk tipli demokrasiyi, orta doğudaki cihat uğruna işlenen cinayetleri, bir toprak parçasını sahiplenmek adına köleleşmeyi, markalar uğruna metalaşan insanları... Ama artık hiçbirini düşünmeme gerek kalmadığını da biliyorum. Bu yüzden uyuşturmak istiyorum beynimi, gün aşırı altı yedi kadehle. Düşünmeden yaşayabilmek ve uyuyabilmek için. Sağlığımı korumam gerektiği için fazla içmemem gerektiğini de biliyorum.
Tek istediğim kurtulmak hepsinden. Geri dönmek, hiç doğmamış gibi ana rahmine. Dünyanın bataklığı neresi ise orada doğmalıyım yeniden, çırılçıplak. Belki Afrika yahut Güney Amerika olmalı memleketim. Bir o kadar da kirli olmalı tenim. Simsiyah. Korku salmalıyım görenlere, cesaretimden ziyade çehremle. Gördüğüm duyduğum her şeye inanmalıyım. Öyle sahiplenmeliyim ki inançlarımı, yüzüme kadar dövme ile doldurmalıyım bedenimi. Okumamalıyım. Yumruk ve silahtan başka dostum olmamalı. Kavgayla kazanmalıyım. İki, bilemedin üç bin dolara gözümü kırpmadan adam öldürebilmeliyim. Nam salmalıyım yer altı dünyasına. Bir gün elinde siyah bir çantayla, sinekten geçilmeyen mahallemde, takım elbiseli birini görmeliyim. Hedefimin dünyaca tanınmış bir siyasi lider olduğunu söylemeli. Öyle cahil olmayalım ki sadece para uğruna bir lider öldürmeyi düşünebilmeliyim. Öğretmeliyim diplomasız cahil cesaretimle herkese, merkeziyetçi Cumhuriyet’lerin kıyafet değiştirmiş monarşiden farksız olduğunu! Gidermeliyim dünya üzerindeki liberallerin, sattıkları ama hiç yemedikleri kurşunlarla özlemlerini. Dünyayı kaosa sürükleyen, en cahil öğretmen olmalıyım. Bildiklerinin o anda hiç bir işe yaramadıklarını öğretmeliyim. Tekrardan bir şans daha bulmalıyım...”
Yaprağın diğer yüzünü çevirdi. Kalemin ucu kısalmıştı ve kalın yazmasına sebep oluyordu. Bu sefer açmak yerine, başka bir kalem almayı tercih etti. Sayfayı ortalayarak ve yazı puntosunu büyüterek, başlık koymayı tercih etti yazacaklarına:
7/24 Yalnızlık
“Mesele yalnız olmak değil. Mesele, bununla başa çıkmak. Yalnızlığı tarif ederken bile yalnız değilsin aslında yahut yalnız olduğunu düşünürken… Fikirlerinde onlar var; bir zamanlar yanında olanlar... Ne sıkı dost, ne sıkı akraba, ne kara sevdalılar. Bir zamanlar yanında olanlar…
Fikirlerini kâğıda döktüğün anda kalemle bütünsün artık. Korkma yalnız değilsin, aranızda bir bağ var. Dokuyorsunuz birbirinize tek gecelik aşk yaşarmışçasına. İşin bittiği anda masanın üzerinde kalacak olan bir kalem merhem oluyor yaralarına, seni anlıyor ve en önemlisi seni en doğru şekilde anlatıyor elaleme kıyasla. Ben postmodernizmin vücut bulmuş haliyim dersen, o zaman klavyedir dostun. Kalemden daha şanslıdır klavye, on parmağında temas eder ona. Daha pahalı, daha şık, daha teknolojik… Kimilerine göre önemlidir bu ayrıntılar. Efendim, hayat ayrıntılarda mı gizlidir? Tabi tüm fikirlere saygı duymak gerek sonuçta.
Fazla dağılmadan, bunu okurken bile yalnızsın işte. Tıpkı benim gibi. Benim sayemde artık yalnız değilsin korkma. Kelimelerim kurtarıyor seni. Sabah uyandığında annen yatağını topla demiyorsa o mezzo-sopranoları kıskandıran sesiyle, banyoda senden önce günlük telaşa kapılmış bir ses, “Bana da bir adet yumurta haşlar mısın?” diye sormuyorsa, o tek başına ettiğin kahvaltıda 4’e böldüğün yumurtadan daha yalnızsın. Bakma burada 4’ün tek başına durduğuna tek bir kelam olması bile onu senden üstün yapar nasıl olsa. Dört, gördün mü bak? Artık dört harf olarak dimdik ve yan yana. Kelimeler senden daha güçlü ve üstündür kimi zaman. Bunu sakın unutma.
Kahvaltını da ettiğine göre kıçını yırtarak, bankaların sana “mortgage” adı altında kakaladığı 10 yıl yahut 20 yıl boyunca krediye ait olan evinde(evde) işin bitti artık, hadi at adımını dışarı. Sen o kadar fakir değil misin? Daha da iyimser bir portre çizebilirim senin için.
1 Euro = 2.5 TL’ye sabitlenmiş kurdan yüzde 80’i kredilenmiş ithal arabanda kendini zengin hissediyorken, dur da tadını kaçırayım o camdan örme, kocaman binadaki ofisine giderken. Motor sesinin sana verdiği hazla mutlu oluyorsan, taze bir aşkın heyecanıyla, koca çınarın gövdesine kazınmış iki harf kadar yalnızsın o mavi gözlerinin ardında. Vitesin üzerinde eline dokunan bir el olmadığı sürece, alttan ısıtmalı koltuğunda dinlediğin şarkılar aklına birini düşürmüyorsa yalnızsın işte. Şişmanların bir heves ile aldığı, üzerinde iki koca ayağa hasret bir koşu bandı kadar yalnız ve acınası.
Ne oldu şimdi şemsiye bir anda tersine mi döndü?
Sözümü kesmede bitirmeme müsaade et! Şöminenin önünde “Grigsby Vineyard Cabernet Sauvignon (2007)” Rocca markalı şarabını içerken bile, binlerce dolar verdiğin üzümlerden daha yalnızsın. Çatal, bıçak ve kaşık bir 3’lü iken sen, o koca kıçını rahat ettirmek adına kestirdiğin ıhlamur ağacından yapılmış sandalyende yalnızlığımı paylaşıyorsun işte. Görmüyor musun hala? Çatal, bıçak ve kaşık 3’lüsü aralarına bir de tabağı almış, nispet yapıyorlar sana.
Tamam, mutlu olacaksan itiraf edeyim, herkes bir gün ölecek. O zaman gerçekten yalnızlığı anlayacaksın. Herkes bir gün ölecek derken, şaka yapmıyordum. Yeryüzündeki herkes bir gün değil aynı gün ölecek ve sen tek başına kalacaksın. Seni mutlu eden maddi olguları kimseyle paylaşmak zorunda kalmayacaksın. Yalnız gebereceksin hasta yatağında. Miras bırakacak kimin kimsen olmayacak. Teknolojiyle birlikte robotlaşan ev gereçlerine özendiğin için lanet okuyacaksın kendine, ama nafile… Gün gelecek, insanların yaptıklarına karşı sabretmeyi ve doğruların için savaşmayı yeğlemektense, ben gibi görmezden gelmeyi tercih edeceksin!
Kimilerine göre yalnız olsa da, mutlu olmaya çalışıyorum kelimeler ile yaşamaktan ve yaşlanacak olmaktan. Korkmayın ve endişelenmeyin adıma. Akıl sağlığıma mukayyet olmamı sağlayacak tek çare artık onlar.”
Hayatında en son ne zaman, bir kurşun kalem eşliğinde bu kadar uzun yazdığını düşündü. Kalemi sıkan baş ve işaret parmağı kızarmıştı. Hava kararmaya başlamadan, Rüzgâr, akşam için hazırlığını yapmaya başlamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
General FictionHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...