Rüzgâr, içine giydiği çelik yeleğin, nasıl bu kadar ince ve hafif olduğunu düşünüyordu. Evden çıkmadan defalarca test etmiş, bir kurşun bile geçirmemişti. Çelik yeleğin üzerinde, “Made in Turkey” yazılıydı. Sırt çantasıyla birlikte, içerisinde litrelerce benzin tenekesi bulunan el arabasını, önünde sürüklüyordu. Sol kolundaki gerilen damarları, kendisini yenilemeye çalışan hücrelere müsaade etmiyor, canını yakıyordu.
Bunu neden daha önce akıl edemedim ki? Şüpheli her zaman olay yerine dönmeliydi. Ama sen ne yaptın? O koca alışveriş merkezini havaya uçurduktan sonra arkanı dönüp gittin. Ertesi sabah dahi oraya uğramadın! Koca uçak enkazının yanında kimseyi görememişken, kıçıkırık bir alışveriş merkezi yangınını kim takar ki? Ya benim ardımdan birileri oraya geldiyse? Şuan yalnız olmayabilirdim!
Rüzgâr kendisiyle tartıştığı sırada, ülkenin en çok nüfuslu şehrinin Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan köprünün üzerinde yürüyor, bir yandan da etrafını barut ve benzin saçıyordu. Köprü üzerinde kaza yapmış birkaç araba vardı. Bu alışık olduğu bir görüntüydü. Rüzgâr, kaza yapmadan durabilmiş arabaların içersine el bombalarının pimini çekmeden bırakıyordu. Piminin çekilmesiyle birlikte, içerisinde bulunan barutun oksijenle buluşma anından istifade ederek patladığını askerde öğrenmişti. O zaman, kendisi adına pek de gerek bir bilgi olmadığını düşünmüştü. El bombalarını, alevlerin yaratacağı yüksek basınçtan dolayı patlayabileceği ihtimali üzerine yoğunlaşarak yerleştiriyordu arabalara. Ek olarak barut dökmeyi de ihmal etmiyordu. Köprüyü tutan iki yüz küsur çelik halattan, sadece yetmiş sekiz tanesine dinamit bağlayabilmişti. Köprü, tahmin ettiğinden büyüktü. Burayı, bu kadar patlayıcı ve benzinle yıkma ihtimalini düşünüyordu.
Kendi döktüğüm ve arabaların depolarında bulunan benzin, el bombaları, barut ve dinamitler. Keşke daha fazla patlayıcı ve benzin taşıyabileceğim bir kamyonla gelseydim. Bu seferde, herhangi bir aksi durumda kaçmam için büyük bir engele de sahip olabilirdim. Ya da bir itfaiye aracının su tankına benzin mi doldurmalıydım?
Esas amacı yüksek sesli artçı patlamalarla oluşturabileceği bir duman bulutu elde etmekti. Elinde kalan son iki tenekenin içerisindeki yoğun sıvıyı, arabasına doğru giderken, ince bir şerit halinde yere döküyordu. Bidonun sonuna geldiği anda, yerde büyük bir yuvarlak oluşturdu, döktüğü benzinle.
Teknoloji yoksa duman ve ateş var. Bilinen en eski haberleşme yöntemi. Binlerce yıl önce vardı ve bundan sonra da var olmaya devam edecek.
Köprüde çıkartacağı bu yangın, kendisine başka insanları ulaştırmaktan çok sağ kalan insanların bu bölgeden uzaklaşmalarına sebep olabilirdi. Yol boyunca her ihtimali düşünmeye çalışmıştı Rüzgâr. Sağ olan insanlar köprünün bombalandığını sanabilirler ya da boğaz köprüsüne buna yapan bir manyakla irtibata geçme girişiminden kaçınabilirlerdi. Henüz varlığını sürdüren ve yüksek teknolojiyi hala daha kullanan egemen güçlerin dikkatini kendi üzerine çekebilir, kurulan yeni düzeni bozan kişi olarak mimlenebilirdi. Peşine bir koloni takılabilir ve onlarda, Rüzgâr’ın hayatına son verebilirlerdi. Ya da onun gibi bir tek kişi daha buralarda bir yerlerde olabilir ve ondan bir ışık bekliyor olabilirdi. Son ihtimal, olmasını arzuladığı tek şeydi.
Nasıl bir insanla ya da grupla karşılaşacağını önceden tahmin edemediği için olayı kendisini güvende hissedebileceği ve önceden belirlediği bir yerden izleme kararı almıştı. Patlamayı başlattıktan sonra, köprü çevresinde varlığını belli edemezdi. Köprüyü uzaktan gören ve oluşacak patlamalardan etkilenmeyeceğini düşündüğü noktalara yerleştirdiği kameraları son kez kontrol etti.
Rüzgâr, beyaz Ferrari’sinin tepesinde, benzin sıçramış ayakkabılarıyla duruyordu. Tek gözünü Sidoma Black Hunter av tüfeğinin üzerindeki merceğe yerleştirmiş, köprüye doğru bakıyordu. Arabanın motoru çalışır vaziyetteydi. Benzinle oluşturduğu yuvarlağa arka arkaya üç el ateş etti. Çizdiği yolda alevler ilerlemeye başladı. Ateşin asaletine gözleri kapılmıştı, düşünmüyordu. Sadece bakıyordu. Aniden kafasını sudan çıkmış bir köpek edasıyla silkeledi. Tüfeği yukarıdan arabanın içersine doğru attı, silahı takip etti bedeni. Arabanın açık olan kapısından ve tavanından destek alarak kendisini yere bıraktı. Topuklarını sanki kırmızı ateş karıncaları sarmıştı. Her ısırıklarının ardından yanma hissi uyandıran yüzlerce karınca, acıyı kalçalarına kadar başarıyla iletti. Başından sonra silkelenme sırası ayaklarına gelmişti. Etraf ısınıyordu. Ayaklarında oluşan yanma hissi kaybolduğu anda arabasına bindi ve hızla oradan uzaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
Fiction généraleHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...