Mini buzdolabının kapağını açtığı anda, gün içerisinde yaşadığı ikinci bir şokla karşı karşıya kaldı Rüzgâr. Burası dışarıdan göründüğü kadar ufak değildi. Kamil sürprizlerle dolu bir adam olduğunu bir kez daha ispatlıyordu Rüzgâr’a. Adam yerin altına korunaklı bir sığınak inşa etmişti. Herhangi bir kıyamet senaryosuna karşı gerekli her şey vardı bu gizli sığınakta. Ama kendisinin dışlanacağı bir senaryoyu göz önünde bulunduramamıştı Kamil. Bütün bu hazırlıkları, Rüzgâr’a yarayacaktı.
Neden böylesi bir yere ihtiyaç duymuştu ki bu adam? Herhangi bir savaş ve kıtlık sırasında burada saklanarak kaç yıl kaçabilirdi olacaklardan. Dünyanın sonunun hızla yaklaştığını öngörebildiği için Kamil gömmeden önce tebrik etmeliydim. Doğadan kaçmanın imkânı var mı? Büyük bir sel felaketinden, yeryüzünü yakabilecek güneşten, yeraltından kaynaklanacak sarsıntılardan, bu göt kadar yerde saklanarak mı sağ kalmayı amaçlıyordu? Doğadan ziyade kendisini koruması gereken düşmanları olduğu için böyle bir yere ihtiyaç duymuş olabilirdi.
Nem ve rutubet kokusu hâkimdi bu sığınağa. Havalandırmayı çalıştırmanın bir yolu olmalıydı. Dolabın kapağını açar açmaz, içerisi sarı bir ışık tarafından aydınlanmaya başlamıştı. Basamakları bu ışığın sayesinde, düşmeden inebilmişti Rüzgâr.
Işık gibi havalandırmada kapak açılır açılmaz devreye giriyor olabilir.
Rüzgâr’ın aşağıya indiği anda dikkatini çeken ilk şey, radyo programı bile yapılabilmesine olanak tanıyacak bir köşe olmuştu. Üzerinde düğmelerin ve birçok tuşun olduğu anlam veremediği metal kutular vardı. Buradan başkalarıyla iletişim kurabileceğini büyük bir masanın üzerinde duran kulaklık ve mikrofon sayesinde kavramaya başladı. Kamil sadece havada bulunan radyo frekanslarını kullanarak, güneş enerjisiyle çalışan amatör bir telsiz yapma fikrini burada hayata geçirmişti. Bunun haricinde ne bir internet bağlantısı ne de sabit bir telefon hattı vardı. Rüzgâr kulaklığı taktıktan sonra, bu imkânlara sahip olan insanlara ulaşacağının heyecanı ve umuduyla kutuların üzerindeki bütün tuşları bulunduğunun tersi istikametinde çevirmeye başladı.
“Alloo, aloo. Sesimi duyan var mı? “ Bir süre bekledikten sonra cızırtılar arasında bir cevap alamayan Rüzgâr, “Ben Rüzgâr, beni duyan var mı?” sorusunu bir süre bekledikten sonra tekrarladı.
Tonlarca beton yığının altında kalmış canlı ve acı çeken, kurtarılmayı bekleyen bir insan kadar çaresizce, “HEYY ORADA KİMSE VAR MI?” dedi.
Telsizin içerisine tutsak edilmiş insanlara ulaşmaya çalışırcasına, metal kutuyu bir kapı misali çalmaya başladı, parmak uçlarıyla. Mikrofona biraz daha yaklaştırdı ağzını ve, “Sesimi duyan var mı?” dedi, yeniden.
Hiçbir insan sesi yoktu kendisine geri dönen. Vücudu kadar, ciğerlerine çekmeye çalıştığı nefesi de titriyordu.
“Adım Rüzgâr, Polonezköy yakınlarında bir evdeyim. Sesimi duyan var mı?”
Yerini belirtmesinden pişmanlık duyarak kulaklığı masanın üzerine bıraktı. Karnını doyurduktan sonra bu amatör radyonun başına tekrardan dönecekti. Etrafında işine yarayabilecek olan diğer nesneleri incelemeye başladı.
Onlarca farklı silah, can yelekleri, el bombaları, birbirine sarılı halde duran dinamitler ve siyah poşetlerin içersinde duran barut yığınların haricinde, vakumlanmış gıda paketleri, konserveler, henüz içerisinde onu nelerin karşılayacağını bilmediği beyaz plastik kaplar, ecza dolabı, büyük bir su deposu, bir o kadar büyük içi sebze ve et dolu derin dondurucu, kamera, çakılar, bıçaklar, fenerler, benzin tenekeleri vardı, bu yeraltı cephaneliğinde. Benzin tenekeleri ve patlayıcılar, Rüzgâr’ın aklına, eğer ki yaşayan birileri varsa, onlara ulaşmanın kesin çözümünü getirecek olan ateşli fikri sokmuş oldu.
Tentürdiyot bulmuşken koluma pansuman yapsam iyi olacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
General FictionHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...