Serap, kol düğmeleri melodisi eşliğinde çalan telefonu, uykusunu kaçırmadan evvel, Rüzgâr'ın susturmasını arzuluyordu. Bir yandan da, Rüzgâr'ın yatağı terk etmeden evvel yanağına konduracağı buseyi beklerken, kocasını ona her sabah tekrardan âşık olmasına sebep olduğu hafif tebessümü için, yanakları ve dudaklarını hazırlıyordu. Ancak Rüzgâr'ın Barış Manço'yu susturmaya niyeti yoktu. Serap kocasının alarm kurmama konusundaki bu güvenini ara sıra yıkmaya çalışsa da, başarılı olamıyordu. Böylesi kapalı havalarda biyolojik saati ara sıra şaşırabiliyordu Rüzgâr'ın. Cadde üzerinden geçen araba ve korna seslerinin yoksunluğunu fark etti bir anda. Serap, Rüzgâr'ın uyanamama sebebini bu iki duruma bağladı. Arayanın Ozan olduğunu tahmin edebiliyordu. Bu sabah ki, yatağı terk etmeden kavuşabileceği öpücük hayali suya düşmüştü. Telefonu susturmadan önce Serap, bir eli karnında, bebeğinin de kendisi gibi uyanıp uyanmadığını kontrol etti. Her sabah ki kadar sıcak ve üzerinden atacağı uyku mahmurluğunu beklemeden tekmelemeye hazır bir fetüs ona, "Günaydın" diyordu. Sessizce, "Sana da günaydın annecim." derken, yüzünde kocaman bir gülümseme taşıyordu Serap. Gece boyunca Rüzgâr'a sırtı dönmüş yatmış, altında kalan sağ kolu uyuşmuştu. Ağır hareketlerle, ısrarla çalan ve ekranında "Ozan" yazan telefona, Rüzgâr'ın üzerinden koca bir karınla uzanamayacağını anladığı sırada, Ozan ısrarından vazgeçmişti. Yatakta yarattığı hareketliliğe rağmen Rüzgâr hiç kıpırdamıyordu. Sanki bu sabah öpücük alma sırası ondaymışçasına, Serap'la rolleri değişmiş bir halde, yanağına konacak buseyi bekliyordu. Rolünü hemen benimseyen Serap, "Tamam bu sabahta böyle olsun Rüzgâr bey." diyerek, öptü kocasının sakal tıraşına ihtiyacı olan yanağını. Köklerinin içinde yeni yeni boy gösteren sakallarından ziyade, yanağının soğukluğu olmuştu Serap'ı endişelendiren. Rüzgâr'ın hasta olmuş olabileceğini ve bu yüzden henüz yataktan kalkamadığını geçirdi aklından.
Serap, "Rüzgâr neyin var hayatım, kendini iyi hissetmiyor musun? Üşüyor musun?" sorularına yanıt beklerken elinin dış kısmını kocasının alnına dayamış, ateşi olup olmadığını kontrol ediyordu. Ateşi yoktu, hatta tüm vücudu olması gerekenden çok daha soğuktu. Sorularına henüz yanıt alamayan Serap, Rüzgâr'ı, içini kaplayan endişe ile uyanması için hafifçe sarstı. Evde ikisi yaşıyor olmasına rağmen Rüzgâr'ı korkutmamak adına, kısık bir sesle Serap, "Hayatım" diye, fısıldadı kocasının kulağına. Rüzgâr, başkası tarafından uyandırıldığı zaman, ani ve sinirli tepkiler verebiliyordu. Serap'ın, kısık ve serçe tizliğine sahip sesine karşılık, Rüzgâr henüz, herhangi bir tepki vermemişti. Serap, bunun üzerine sarsmanın ve sesinin şiddetini içgüdüsel olarak arttırdı, korkudan titreyen elleriyle, titretiyordu Rüzgâr'ın da vücudunu.
Serap'ın açılan ağzından, "Şakanın sırası değil, aç gözlerini artık! Hadi, uyan ve yalvar bana, hayatım beş dakika daha de" kelimeleri yankılanıyordu odalarında. Ancak Rüzgâr uyanmıyordu! Bir dakika içerisinde kocasına hitap ettiği bütün isimler, onlarca kere, Rüzgâr'ın kapalı göz kapaklarında ve kulak zarlarında takılı kalmıştı. Ses frekansları Rüzgâr'ın beynine ulaşmıyor, artık bir kişiye ait olmayan, "Aşkımlar, bitanemler, sevgilimler ve Rüzgâr'lar..." boşlukta kendilerine birer sahip arıyorlardı.
On bir ay önce evlendiği eşini bu kadar çabuk kaybetmiş olamazdı. Uyanması için yalvarıyordu tüm kalbiyle inandığı Tanrı'ya. Gözyaşları salyalarına karışarak, duaları oluşturan kelimeler dökülüyordu ağzından. Rüzgâr'ın yan dönük vücudunu sırt üstü çevirirken, hıçkırıklarıyla harmanlanan gözyaşları garip sesler çıkarmasına sebep oluyordu.
İçinde bulunduğu çaresizlikle hayatta en son yapmak isteyeceği şeyi şuan yapmaya mahkûmdu. Ellerini tekrar Rüzgâr'ın omuzlarına götürerek, hayattan bu acı kaybın intikamını alırcasına, yaşadığı şehri ayağa kaldıran bir feryatla sarstı sevdiği adamı.
"Rüüzzzggarrr..!"
Boğazına düğümlenen hıçkırıkları, kocasının aylardır kusursuzca telaffuz edebildiği adını, anlamsız harf kalabalığına dönüştürmüştü. Üç noktadan sonra ardı ardına, ağzından dökülecek hiçbir kelimenin anlamı yoktu artık. Ellerini, Rüzgâr'ın omuzlarından, kömür sobasına ilk kez dokunan bir çocuğun tecrübesizliğiyle çekti. Tıpkı Rüzgâr gibiydi, o anda. Ölümle edindiği bu tecrübe, su toplamış bir parmaktan daha acı vericiydi. Aniden kocasının cansız bedeninin üzerine çöktü. Sol gözünden akan tek damla yaş Rüzgâr'ın göbeğine doğru düştü. Sağ gözünden akan ikinci damla yaşla kapandı gözleri, bir başka yaş akıtmamaya tövbe edercesine. Kelimelerin en zehirlisini almıştı kocasının adını oluşturan harflerin ardından, dişlerinin arkasında barınan dilinin ucuna, "Keşke..." dedi, başı gözyaşı damlalarını takip ederek, önüne düştü. Ölümle yanan ellerini karnına koydu, henüz doğmamış bebeğinin acısını hafifletmesini umarak. Annesinin üzüldüğünü anlamıştı, üzerindeki kızgın dokunuşlar sayesinde minik fetüs. Huzursuzdu ve kıvranıyordu sıkıştığı yerde. Henüz biyolojik açıdan babası sayılan adamın öldüğünü anlayacak yaşa erişmesine yıllar vardı. Onunla kurduğu bağ, annesiyle kurduğu kadar kuvvetli ve sevgi dolu olamazdı. Onu hayatta tutan annesiydi, annesi üzülürse o da üzülürdü.
Serap, kasıklarının üzerine oturduğu kocasının göğüs kafesine doğru yasladı başını. Elleri karnında, yıllar sonra yeryüzünde yalnızca ikisinin var edebileceği bir insanlıktan habersiz, hem oğlu hem de kocası olacak fetüsüne sıkıca sarıldı. Adını Rüzgâr koyacaktı.
Cehennemine uyanıp cezasını çekmek için birileri, bir yerde, Serap'ın ve Rüzgâr'ın ölmesini bekliyordu şimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
General FictionHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...