Ozan hayatında ilk defa bu derece lüks bir araca biniyordu. Arabayı nasıl çalıştırması gerektiği üzerine bir süre kafa yordu. Çalıştırdığı andaki o ses, bir saniyeliğine de olsa unutturmuştu içinde olduğu durumu(Ozan'ın, Senem ve Duygu üzerindeki fantezilerinden olsa gerek, motor olduğundan daha çabuk ısınmıştı. Yoksa bu araba gerçekten aldığı parayı hak ediyor muydu?). Öksüren yaşlı dede gitmiş, kulağına olabildiğince yaramaz bir sesle fısıldayan, genç bir kız gelmişti. Paranın satın alabileceği mutluluk ve zevklerin anlık olduğunu savunsa da, özenmiyor değildi... Kendisini kandırıyordu böyle düşünerek; kısıtlı imkânlarla yaşadığı hayata adapte etmeye çalışıyordu kendisini.
Yanından geçtiği ve az önce terk ettiği Nedim'in arabasına, direksiyonu kasıtlı bir şekilde sağa kırarak çarptı. Nedim'e 94 model bir araba borçlanmıştı artık.
"Lanet olasıca külüstür!"
Nedim'in ruhu, onu olduğu yerde tekrardan bulabilirse, ilk yapacağı şey, ıslanmış pantolonunun cebinde bulunan, yağmur suyuna maruz kalmış telefonundan 155'i tuşlamak olacaktı...
Ozan, kaldırıma doğru ittirdiği arabadan arda kalan yolda, X5'ini otomatik vites kolunu R'ye taktı ve arabanın önünde direksiyonu hareket ettirebileceği bir alan açtı kendisine. Vitesi D'ye aldığında, Refik'in yüzünde patlayacak olan beyaz yastığı hayal ederek, ona göre bok rengi olan arabaya doğru hızlandı. Çarpmanın şiddetiyle, kendi suratında açılacak bir hava yastığı ihtimali, hızını alçaltıp, direksiyonu hafifçe sola kırarak yoluna devam etmesine sebep oldu. Tek ve orta parmakla yapılmış el hareketiyle selamladı, yanından geçtiği ve hareketsizce şoför koltuğunda oturan mesai arkadaşını. Bir zamanlar babasını kınadığı, ama onun mirasına saygısızlık etmemek için taşıdığı sigaradan sararmış dişleri de, onunla birlikte gurursuzca selamladı Refik'i. Yeni tanıştığı insanların yanında bu yüzden pek gülmezdi ve bu soğuk tavrının kendisine ayrı bir hava kattığına kanaat getirdiği için, dişlerini beyazlatmayı bir süreliğine ertelemişti.
Islanmış üstüyle oturduğu koltukta titremeye başladı. Emniyet kemeri takılı olmadığı için klimayı açmayı beceremiyor, titreyen çenesi küfür etmesine dahi müsaade etmiyordu. Dakikalar öncesine kadar üşüdüğünün bile farkında değildi, metal yığınına yağdırdığı iltifatları kendine üzerine alınmış olacak ki içi ısınmıştı. Her şey gibi onunda gözünde büyüttü değeri, sahip olduğu ana kadardı. Ne de olsa sıradan insanların, bütün sıradan ve kişiliksizlik özelliklerini taşıyordu Ozan'da. Keşke bu kadar beklemeseydi, şimdi dişlerini kime beyazlatacak ve kime gösterebilecekti?
Altındaki yüz binlerce liralık araba, kim bilir kaçıncı hasarını almıştı, yolun ortasında kalan ve henüz yirmilerinde olan bir genci altına alırken? İkinci kere trajik bir ölüm yaşıyordu, saçları yağmurdan alnına yapışmış olan delikanlı. İlk olarak kaburga kemikleri buluştu, Ozan'ın sürdüğü cipin kaputuyla. Ozan ayağını gaz pedalından çekmeye niyetli değildi, hafifçe dokunmaya devam ediyordu pedala. Bir yılan gibi yutuyordu ömrünün son baharını yaşayan genci; yavaş yavaş kayboldu bedeni, cipin altında. Emsallerine göre daha güçlü olan süspansiyon sistemi sayesinde, bir taşın üzerinden geçer gibi devam etti yoluna Ozan. Taşlaşan bedenlerle birlikte, onun ise şimdilik yüreği taşa dönüşüyordu. Sıra onun bedenine de gelecekti! Titremesiyle karışık, ufak bir sarsıntı yaşadı Ozan. Yağmurun ve cipin güçlü motor sesine karıştı, delikanlının kırılan kemiklerinin sesi...
Ozan, simülasyon oyununun içerisinde gibi hissediyordu kendisini, direksiyon avuçlarının içerisindeyken. Altın Kelebek'te ödül için yarışacak bir filmin yönetmeni...
Hayatında olmadığı kadar acımasızdı, kahverengi ayakkabısından daha pahalı olan gaz pedalına basarken. Bu sefer fakir zengini eziyordu.
Tek amacı en yakın arkadaşı, tutunabilecek tek dalı olan Rüzgâr'a ulaşmaktı. Hayatta olduğunu bildiği tek kişi oydu. "Hala hayatta mıdır?" diye, geçirdi içinden. Bir aydır tanıdığı Mine, aklının uçurumlarında bile değildi!
Rüzgâr'ı aramak için eline cebine götürdü. Televizyonu açmasını ve beş dakika içinde yanında olacağını söyleyecekti. Selen ve Gökhan'ını da merak etmiyor değildi. Canlı yayın yapan bir kanala mutlaka rastlayabilirdi. Sağ cebinden öğle yemeği için ayırdığı 15 lirası çıktı. Her gece yatmadan önce hazırladığı kıyafetlerinin cebine yerleştirirdi, evde unutmaması gereken şeyleri. Sol cebi boştu, Rüzgâr'la konuştuktan sonra cep telefonunu mutfakta unutmuştu. Cebinden çıkan paranın ardından ağzından da okkalı bir küfür çıkacaktı ki, sustu. Ağzının bozuk olduğunu bilmeyen yoktu.
Bu kibarlık gösterisi kimeydi şimdi? Ölülere saygısını mı gösteriyordu?
"Aklıma sıçayım!"
Yanındaki koltukta duran krem rengi kadın çantası, koltuklarla aynı renk olduğu için, Tiryaki balığı gibi saklamıştı kendisini, Ozan'ın dikiz aynasında beliren gözlerinden. Altın renkli kulpları, Tiryaki balığının gözleri gibi, çantayı ele veriyordu. Ancak, Ozan'ın kan çanağına dönen, dikkatsiz gözlerinden kaçmayı başarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Sesi
Aktuelle LiteraturHer yer ölüler için birer mezar; çoğunlukla gece uyudukları ortopedik yataklar, birbirlerinin kıçlarını yırtarak aldıkları arabalar, kredisi bitmemiş evler, bir şeyler öğrendiklerini sandıkları okullar, onları ölümden kurtaracak olan hastaneler, köt...