Bölüm 13 (Kısım-2)

3 2 0
                                    

Bütün maddi tatminleri sağlayın ona, öyle ki uyumak,


çörek yemek ve dünya tarihini sürdürmekten başka


bir şeyi kalmasın; yeryüzünün tüm mallarına boğun ve saç


diplerine kadar mutluluğa gömün: Bu mutluluğun yüzeyine


küçük kabarcıklar çıkartacaktır, suyun üzerinde olduğu gibi.



Dostoyevski/Yeraltından Notlar


Bölüm_13

Gözünü açtığı anda nerede olduğunu anlaması bir kaç saniyesini aldı Rüzgâr'ın. Etraf karanlıktı. Masallara konu olacak destansı parlaklığa sahip dolunay, pencereden içeriye süzülüp odayı aydınlatmıyordu. Ezbere bir hareketle komodinin üzerinde duran gece lambasını açtı. Kıyafet dolabının aynalı kapaklarında kendini bulunca, her sabah uyandığı yatak odasında olduğunu anladı. Bir fark vardı, gün batmıştı. Hala gördüğü rüyanın etkisi altındaydı. Gece boyunca karısının sırtına değen göğüs kafesinde terler oluşmuştu. Başını lekelenmiş fanilasının önüne doğru eğdi, fanilasında, göğüs arasında çıkan seyrek ve üçgen sembolünü anımsatan kıllarının izi belirmişti.


"Gördüğüm rüyadandır." diye, alçak sesle söylendi kendi kendine, rüya olmadığını bile bile... Yanağından öptü Serap'ın cesedini, her sabah yaptığı gibi. Karnına dokundu, hala daha soğuk ve kaskatıydı.



İlk denemesini yazan bir yazarın iç sesiyle olan savaşına, son noktayı koyduğu ana denk gelmeyi arzuladı, karısının yanağına kondurduğu soğuk öpücüğün ardından. Günü takip eden sabahın, akşamında da, tebessümle kaplanmış bir yanak ve dudak belirmedi gözlerinin karşısında. Yaşananları rüyaya yükleyen amatör bir yazarının hikâyesinin başkahramanı olmadığını o an tekrar anladı. Mutluluğa çok çabuk adapte olan insanoğlu, acıları sahiplenmekte o denli cömert değildi.



Geçirdiği bugün, neredeyse on bin iki yüz günlük ömrüne bedeldi.



Midesi büzüşmüştü. Gün ışığında başaramadığını, etraf karanlıkken denedi, mutfağa yöneldi. Işıkları açmamıştı ve ezbere yürüyordu evinin koridorunda. Sadece yatak odasında yanan gece lambası, uzun koridoru aydınlatmaya çalışıyordu. Eve döndüğünde bir kenara fırlattığı ceketi sandı, ayağına çarpan ıslaklığı. Sağ ayağıyla önünden çekilmesini emir edercesine, fırlatmak istedi, tanımadığı adamın siyah ceketini. Ayağı, koridorda yatan annesinin cesedine takıldığı anda sendeledi. Anne ve babasının üzerine yapışan kıyafetleri hala daha nemliydi. Eğildi, annesinden özür dilercesine okşadı yüzünü. İki eliyle annesinin bedenine temas ederek, kendisine koridorda ufak bir yol açtı. Enerjisiz kalan vücuduna hızlı bir şekilde takviye sağlayabilmek için, dolaptan eline ilk gelen, fıstık ve karamelle süslenmiş çikolatayı yedi. Donmuş karamel ve fıstıklar dişlerine yapışıyor, çiğnemesini zorlaştırıyordu.



Her seferinde şu çikolataları dolaba koyma diye söylüyorum. Sen de bana inat olsun diye koyuyorsun.



Pişman oldu eşinin ardından böyle düşündüğü için. Diliyle, dişi ve damağını temizlemekle uğraşan Rüzgâr, siyah jelatinli yarım paket çikolatayı, bankonun üzerine bıraktı. Bankonun üzerinde bıraktığı, kısa bir süre sonra oraya karıncaları davet edecek yarım paketin üzerinde, "SNICK" yazıyordu. Paketi tersinden açmıştı. Karnı açtı. Dolabın içerisi, midesi kadar boştu. Serap'ın, dün bu saatlerde, "Evde pek bir şey kalmadı. Yarın işten dönerken markete uğrar mısın? Liste buzdolabında asılı duruyor." dediğini hatırladı. Sanki ölmemiş gibiydi. Yataktan kalkıp gelecekti. Ay sonu yaklaşmıştı. Rüzgâr daha dün, listede yazılı olanların kendisine göre gereksiz olanlarını elemeyi düşünürken, şuan gidip istediğini alabilirdi, istediği marketten. Kimse de ona bir şey demezdi, diyemezdi. Fiyatları kontrol etmesi gerekmiyordu. Çalmak onun için artık, en meşru kelimeydi.



Halının üzerinde duran tüfek, bukalemun edasıyla kendini gizlemeye çalışıyordu Rüzgâr'dan. Halının iplikleri silahı oluşturan metal yığınlarıyla aynı renge sahipti. Sherlock Holmes bu sefer yanılmıştı, bir şeyi gizlemenin en iyi yolu onu herkesin görebileceği bir yere bırakmaktan geçmemişti. Rüzgâr, kapıya doğru giderken, koridorda kendisini öylece bekleyen G3'ü görmüştü. Kapının yanında duran tüfeğine tereddüt ederek baktı, evden ayrılırken. Bir müddet düşündükten sonra onu, en çok yakışan yere, omzuna astı. Aynı yerde yatan anne ve babasını yerden kaldırmak yerine, o silahı oradan kaldırmayı tercih etmişti. Çocukluk zamanlarında olduğu gibi onu dışarıda karşılaşabileceği kötülüklere karşı koruyacak bir ebeveynlere ihtiyacı yoktu artık. Kendi kendisini koruyabilirdi. Bunun için anne ve babadan ziyade, bir silah, bu süreçte daha etkili bir rol oynayabilirdi.


Rüzgâr, listeye şöyle bir göz attı, kapıyı Serap, Cevriye ve Naci'nin üzerine kapatırken. Uyuşmaya ve yaşadığı gerçeklikten bir an olsun kendisini soyutlamaya ihtiyacı olduğu için, gözüne onlarca ihtiyacın en sonunda yazılı duran, üç kelimeye takıldı:



"Kırmızı Şarap(Ucuzundan)"



İsteksizce yazmıştı bunu Serap, doğacak çocukları için tasarruf etmeleri gerekliydi. Ancak kocasını da düşündüğü bir şekilde belli etmeliydi.




Rüzgâr'ın SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin