bu gün izinli günümüzdü.
Yusuf ayaklarını uzatmış televizyon izliyordu.
bilin bakalım ben ne yapıyordum ?
yusuf bey orda kıçını yaymış televizyon izlerken ben sandalyenin üzerine çıkmış avizenin tozunu alıyordum.
gerçekten çok Tozlanmıştı ve mükemmel avizemiz Tozu çok gösteriyordu.
Yusuf kahkaha atmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim.
komik bir çift programı izliyordu.
hani şu sevgilisini cafe'ye götürüp gizli kamera şakası falan yapıyorlardı ya...
gözlerimi devirip avizeyi silmeye devam ettim.
"selen biz de katılalım bu şeye."
şaşkınlıkla ona bakmaya başladım.
neye dayanarak söylüyordu acaba bunu ?
"farkındaysan Yusufçuğum onlar sevgililer veya evliler ya da nişanlılar. bizim ne işimiz var orda ?"
dedikten sonra kafasını bana çevirip boş bakışları ile gözlerime baktı.
"lafın gelişi şey etmiştim zaten ben de..."
dedikten sonra başımın üzerinden dumanlar çıkıyor sanmıştım bir ara.
bu çocuk benim ölüm sebebim olacaktı yeminle.
"süper o zaman !"
sanırım biraz fazla bağırmış olmalıyım ki çocuk şaşırmıştı.
bir hışımla avizeye tekrar uzandığda dengemi sağlayamamıştım ve gerisi felaket-i rezaletti.
yere düşeceğim korkusu ile avizeye tutunmuştum iyiydi hoştu da... ben nerden bileyim avize ile birlikte yere yapışacağımı ?
yanlama yere düştüğümde avize de koluma denk gelmişti.
"Siktir..."
diyerek kolumu tuttum ve acıyla yüzümü buruşturdum.
o ara Yusuf yanıma gelmiş avizeyi inceliyordu.
"avize de bir şey var mı ?"
dediği şeyden sonra tepemde olan sinir bir volkan gibi patlamış beynimde şimşekler çakmaya başlamıştı.
ben burda düşeyim, bey efendi avizeyi kontrol etsin kırılmış mı diye...
kolumun acısını falan unutup yere çömelmiş olan yusufun yakalarından tuttum.
"sen farkında mısın ? düştüm burda ! hemde avize de üzerime düştü ! öküz müsün sen be ! insan bir gelir nezaketen bir şeyin var mı der, öyle avizeyi kontrol eder ! bu kadar mı sendeki değerim ! beni bir arkadaş olarak bile mi görmüyorsun ! Yazık ! demek bana araba falan çarpsa gidip arabayı kontrol edeceksin bir şeyi var mı diye ! ya kafama düşseydi de bayılsaydım o zam-"
Yusuf elini dudaklarımın üzerine kapadığında susmak zorunda kalmıştım.
yoksa sabaha kadar konuşabilirdim de...
"selen... Sadece utanmaman için işi şakaya vurmaya çalışıyorum."
dediğinde sinirden ardı ardına atan kalbim anında yavaşlamıştı.
bu beni düşünüyor anlamına geliyordu değil mi ?
yani sanırım...
"kolunu uzat bakayım."
kolumu uzattığımda koskocaman bir kızarıklıkla karşılaşmıştık ikimizde.
"bundan sonra seni avizeyi silerken görürsem kafanı koparırım."
dediğinde dik dik ona bakıp biraz zorlansam da ayağı kalkmayı başardım.
"sen silersin o zaman artık."
deyip gözlerimi devirdiğimde o da gözlerini devirmişti.
"ya kaç gündür niye böylesin kızım sen ? özel günlerinde falan mısın ? Anlamadım gitti !"
kafasına sertçe vurup onu ittim ve odama doğru ilerlemeye başladım.
anlamamış mış !
sen zaten iki yıldır sana nasıl aşık olduğumu bile anlamıyorsun ki bunu mu anlayacaksın !
biraz sakinleştikten sonra sinirlerimin yatışması için güzel bir duş almıştım.
gerçekten de biraz olsun kendime gelmiştim...
saçlarımı kurulamaya üşendiğim için öylece topuz yapıp salona girdim.
mutfağımız amerikan mutfak olduğu için Yusuf'u boş boş buz dolabına bakarken görmüştüm.
o da beni fark etmiş olacak ki buz dolabını kapatıp salonun girişindeki bana bön bön bakıyordu.
biz birbirimize mal mal bakmaya devam ederken sıkılmış olacak ki mutfaktan ayrılıp yanıma geldi ve kafama bir tane vurdu.
acıyla kafamı ovuşturup sinirle saçlarını çektim ben de onun.
o da acıyla bağırıp benden uzaklaşmaya çalıştı.
tabi ben bırakır mıyım ?
elime bir kaç tel gelene kadar yolmaya devam etmiştim.
o ise acıyla bağırmaktan başka bir şey yapamıyordu.
kötü kız kahkahası atıp saçlarını bıraktığımda salonun bir diğer tarafına kaçmıştım.
çünkü kafamı koparma olasılığı vardı da...
"çok acıyor anne..."
kendini yere atmış bir süre öyle sızlanmıştı.
ben ise tüm sinirimi attığım için mutluydum.
"niye çektin lan saçlarımı ? ne istedin masum, pırlantadan daha parlak olan saç tellerimden ?"
gözlerimi devirip dik dik ona baktım.
"sen niye kafama vuruyorsun durduk yere !"
bu sefer gözlerini deviren taraf o olmuştu.
"saçlarını kurutmadığın için vurmuştum aptal."
ellerimi saçlarıma götürüp tekrar geri indirdim.
o arada o da yanıma gelip topuz yaptığım saçımı çözmüştü ve beni bir çırpıda kucağına almıştı.
"Yusuf !"
hiç bir şey demeyerek beni odama götürüp yatağıma bıraktı ve çekmecemden kurutma makinesini alıp saçlarımı kurutmaya başladı.
"sonra başımın etini yiyorsun. 'Yusuf lütfen başıma masaj yap...' diye."
sesini incelterek söylediği yere dayanamayıp kahkaha attım.
saç diplerimde masaj yapar gibi gezinen parmakları huzur saçıyordu sanki...
gülümseyerek yüzüne baktım.
ne kadar sinir olsam da ona, o ne yapıp ne edip gönlümü almasını iyi biliyordu.
ya da ben, her defasında ne kadar kırılacağını bilsem de, kalbimi onun avuçlarının içine teslim ediyordum...
***
yeni bölümler okuyucu kitlesine göre gelecek. Yeni bölümde görüşmek üzere...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
~YAĞMUR~
Hayran Kurguo, benim içimdeki yangını yağmur olup söndüren adamdı. ve ben, sonsuza dek onun yağmurunda ıslanmak isteyen bir kızdım. işte bizim hikayemiz tam olarak buydu... ***