"Yeter artık Sinan!"
Hayatında ilk defa oğluna bağıran adamın çıkan o bariton sesi, odanın içinde yankılanarak anlık bir şekilde duvarlara çarptı ve kayboldu. Genç adamın gözlerinde oluşan şaşkınlık kırıntıları azalmak yerine daha da çoğalıyordu. Ne zamandan beri babası tarafından azarlanıyordu?
"Ben!" dedi genç adam, sağ elinin işaret parmağını hızla kaldırıp kendini gösterecek şekilde göğsüne dayadı.Oturduğu yerden tepesinde dikilen babasına seğiren gözleriyle bir bakış attı.
"Annemi kaybettim!"
Taze acısı ciğerlerine rahat bir nefes aldırmazken, gözlerine dolan yaşları hiç umursamadı. Bir gözyaşı tanesi önce kirpiklerine takıldı. Oradan yanağına süzüldü. Silmek için zahmete bile girmedi. Yolunu usulcu çizen gözyaşı, hafif çıkan sakallarının arasında kaybolurken, üzüntüden çatallaşan sesiyle, "Sende karını kaybettin! Nasıl dayanıyorsun? Nasıl yeter artık diyebiliyorsun? Anlamıyorum baba!" dedi. Aklı mantığı bir türlü bu durumu kabullenemiyordu. Onun canı bu kadar çok yanarken, diğer herkesinde canını yakmak istiyordu. Bu hayat bir tek onun canını nasıl yakabilirdi?
"Mutlu muyum sanıyorsun?" Adam üzüntüsüne rağmen dik tuttuğu omuzlarını daha da gerdi. Elleri iki yana açılırken, bakışlarını kısarak kafasını salladı. "Senin dediğin gibi karımı kaybettim! Hayat arkadaşımı kaybettim! Canımın ne denli yandığını bilmiyorsun Sinan!"
Sinan odada bir kez daha soğuk rüzgarları estiren babasına acı dolu gözlerini dikti. "O yüzden mi?" diye sorduğunda adamın artık dayanma sınırı aştı.. "Lanet olsun! Siz varsınız! Evlatlarım var! Kız kardeşin var Sinan! Daha on yedi yaşındaki kızım annesiz kaldı! Ne yapmamı istiyorsun? Derbeder mi olayım? Yataklara mı düşeyim? Karımın bana bıraktığı emanetlere sırt mı döneyim? Ah Sinan! Büyü artık!"
Genç adam hiçbir şey diyemedi. Canı yanıyordu. İçinde adını koyamadığı ve de yabancısı olduğu hissiyat bütün bedenini ele geçirmiş gibiydi. O hissiyat elinin altında ne var ne yok yakıp yıkmasını zorluyordu. O öyle bir adam değildi. Yakmak nedir bilmezdi. Evet, zaman zaman dizginleyemediği öfke nöbetleri geçirirdi lakin, hiçbir zaman o öfkenin de kurbanı olmazdı. Kontrolü her zaman elinde tutmayı bilirdi. Yaşamayı seviyordu. Umudu vardı. Hayalleri vardı. Annesine sözü vardı.. O an acı gerçek ciğerlerindeki soluğu kesti.. Hayallerini gerçekleştirse bile göreceği annesi artık yoktu..
Gömleğinin ilk üç düğmesini hızla açan genç adam, kesilen nefesini kesik kesik alarak öne doğru eğildi. Selami bey, oğlunun önünde diz çökerek oğlunun yanaklarını kavradı. Kan oturmuş mavilerine sert bir şekilde baktı. "Toparlanmanı istiyorum Sinan! Bana hayatta kalmam adına yardım edeceksin! Kardeşine annesizliği hissettirmemek için bana yardım edeceksin! Duydun mu beni?"
Genç adam, düzensiz aldığı nefeslerine bir nefes daha ekledi. Babasının elleri arasında sıkışan suratını güçlükle aşağı yukarı doğru salladı. Bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu ama bu hayatta kardeşi için hiç düşünmeden canını bile vereceğini çok iyi biliyordu. Selami bey, oğlunun durumu kabullenmesi üzerime kafasını aheste bir şekilde salladı. Yavaşça eğildiği yerden doğruldu. Ezilen yüreğini hissetmemeye çalıştı. O babaydı. Evlatları için güçlü olmak zorundaydı. Ellerini ceplerine sokuşturdu. Boydan büyük camın önünden evlerinin koca bahçesine baktı. Bir daha karısıyla o bahçede oturup akşam güneşinin batışını seyredemeyecekti. Evlatlarının mutluluğuna şahit olup, aşkla gülümsemeyecekti. Keskin bir bıçak ucu sanki kapatmaya çalıştığı acısının üzerini kazımaya çalışıyordu. Adam hüzün bulutlarının kapladığı gözlerini kısa bir süre kapattı. Sırtı oğluna dönük şekilde duruyordu. Sesinin sert çıkmasına özen göstererek,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMİN PEŞİNDE (Yeniden Yazılıyor!)
Genç KurguHuzurun diğer adı,gözlerinin cennet yeşiliydi.. Bakışları tıpkı Karadeniz'in hırçın dalgaları gibiydi. Asi ama insanı kendine bağlayan, aşık eden, hayat veren.. Parlak dalgalı saçlarını, rüzgara karşı savurduğunda, etrafını esir alan kokusu adeta şü...